10 KASIM
Bugün varlığımızı, benliğimizi kişiliğimizi, kim olduğumuzu bize öğreten, yarı sömürge; yıkıldı yıkılacak bir imparatorluk kalıntısından kurtuluş mücadelesi vererek, bağımsız, dünya arenasından saygın bir devlet yaratan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusunu anıyoruz.
Yaptığı inkılaplarla, sosyal yapımızdaki Orta Çağ geleneklerinde, büyük değişim yaparak, bizleri tam bağımsız, laik çağdaş bir devlet yapısına kavuşturan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikal edişinin 83. yılındayız. 10 Kasımı içeren bu haftada, çocuklarımızın Atatürk’ün vatanımız ve milletimiz adına yaptıklarını daha iyi öğrenip kavraması adına aynı zamanda okullarda Atatürk’ü Anma Haftası olarak kutlanır.
57 yaşında aramızdan ayrılan M. Kemal ATATÜRK’ün çocukluk çağlarında sıtmanın dışında bilinen çocuk hastalıklarından başka bir hastalık geçirmediği bilinir.
1911’de Trablusgarp’ta savaş sırasında geçirdiği göz hastalığı, iyi bir tedavi görmesine rağmen gözünde hafif bir şaşılık bırakmıştı.
1916 yılında Çanakkale’de akciğer iltihabı nedeniyle hastalanmış ateşi yükselmiş, yerini Fevzi Paşa’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür
Mustafa Kemal’in asıl ıstırabı böbrek ağrılarından ileri gelmiş,1918 yılında hekimlerin tavsiyesi ile Viyana’da tedavi görmüş ve Karlsbad kaplıcaları sağlığı bakımından faydalı olmuştur.
Mütareke yıllarında İstanbul’da Şişli’de evinde bulunduğu sırada bir süre kulağından da rahatsızlanmıştı.
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktıktan sonra, böbreklerinden tekrar rahatsızlanmış, Havza’da kaldığı sürece kaplıca kürlerinden yararlanmıştır.
Sakarya Savaşı öncesi cephede denetim yaparken atının ürkmesi nedeniyle düşmüş ve kaburga kemiği kırılmış, Ankara’da kısa bir tedavi olduktan sonra, eski tren vagonlarından karşılıklı iki vagon sökülerek kendisini cepheye taşıtmış ve ağrı ve sızı içinde 22 gün gece gündüz devam eden ölüm- kalım savaşının hazırlıklarını acılar içerisinde kıvranarak yapmıştı. Her türden ve görüşten olan TBMM çıkardığı bir yasa ile onu Başkomutan yapmıştı.
Sakarya Savaşı bitiminde de kazanılan büyük zaferden dolayı, TBMM kendisine 19 Eylül 1921’de “Gazi” ve “Mareşal” unvanı vererek, 7/8 Temmuz 1919’da Damat Ferit Hükûmeti tarafından alınan askeri unvanları en yüksek derecede, en büyük ve onurlu terfilerle halkın temsilcileri tarafından kendisine verilmişti.
Milli Mücadeleyi izleyen dönemlerde, gençliğinden beri alkollü içkilere aşırı düşkünlüğü ve çok fazla sigara içişi yanı sıra, çok fazla çalışmış olması 1923 ve 1927 yıllarında kalp rahatsızlığına neden olmuştur. Atatürk’ün sağlığında ciddi bir şikâyeti olmamış, asıl dermansız hastalığı 1937 yılı başlarında görülmüştür. Genel durumunda bir düşkünlük, halsizlik ve yorgunluğun yanı sıra sık sık tekrarlanan burun kanamaları, karın ve bacaklarda kaşıntılar, amansız hastalığın belirtileri olmuştur.
Atatürk’ün hastalığını ilk teşhis eden Prof. Dr. Nihat Reşat Belger olmuştur. Atatürk’ün Yalova’da bulunduğu sırada Ocak 1938’de siroz hastalığı olduğu, muayene sırasında belirlenmiş. Daha sonra Atatürk’ün tedavisi ile uğraşan Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp de aynı teşhisi koymuştur. Karaciğerinin büyümüş ve sertleşmiş olması Atatürk’ü bir hayli halsiz ve yorgun düşürmüş ve iştahı da azalmıştı. Yalova’daki kısa tedavi olumlu sonuç vermeye başlamış, genel durumunda hissedilir bir iyileşme kendisini göstermiştir. Bursa’dan dinlenmeden İstanbul’a gelişi yolculuk sırasında soğuk alma zatürreye yakalanmasına neden olmuştur.
Hükûmet Atatürk’ün hastalığının artması üzerine, Fransa’dan meşhur karaciğer hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Fissinger (Fisenje)’ yi Ankara’ya davet etmiş, Prof. Dr. Fsenje de, Prof. Dr. Nihat Reşat Belger ve Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp’in görüşlerine katılmış ve aynı tedaviye devam edilmesi tavsiyesinde bulunmuştur.
Hatay davasının politik bakımdan büyük güçlükler göstermesi, hasta olmasına rağmen, hekimlerin böyle bir seyahati uygun bulmamalarına karşı çıkarak Mersin ve Adana’ya gitmesi, Kızgın güneş altında, Türk ordusunu teftiş eden Atatürk, saatlerce ayakta kalmış ve çok yorgun düşmüştür. Ankara’ya döndükten kısa bir süre sonra İstanbul’a geçen Atatürk, Savarona yatında dinlenmeye ve tedaviye alınmış olmasına rağmen Mersin ve Adana seyahati Atatürk’ün hastalığının artmasına neden olmuştur.
Mersin- Adana seyahati, bir defa daha Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün vatanı ve milleti için hiç tereddüt etmeden canını nasıl feda ettiğinin en son canlı örneğidir.
Hastalığının üçüncü safhasında Almanya’dan Avusturya’dan getirilen uzmanlar da hastalığa çare bulamamışlardır. Karnında çok fazla su birikmesi Atatürk’ü çok fazla rahatsız ettiğinden ve ıstırap verdiğinden, su alınması zorunlu olmuştur.
Eylül ayında, su alınması için yapılan müdahaleden kısa bir süre sonra, Atatürk ilk komaya girmiş, dikkatli ve itinalı tedavi ile ilk komadan kurtulmuştur.
Son safhasına doğru süratle yaklaşmakta olan hastalık nedeni ile karnından tekrar toplanan su, Atatürk’ü fazlası ile rahatsız etmiş ve suyun alınması ile ikinci koma da hemen baş göstermiş, Otuz altı saat süren bu komadan sonra Gözünü açan Atatürk’ün son sorusu
-“Saat kaç?” demek olmuştur.
İkinci komayı son koma izlemiştir.
Prof. Dr. Reşat Belger’in anlattığına göre ilmin emrettiği bütün tedbirlerin ve tedavilerin hiçbirini tatbikten geri kalmadık. Yapılabilecek her şeyi muntazaman yaptık…. Büyük Adam, 10 Kasım günü sabahleyin saat dokuzu beş geçe derin bir dalgınlık içinde hayata gözlerini yumdu.
Geçen yüz yılın ve bu yüz yılın hiç şüphe yok ki en büyük askeri, en büyük devrimcisi ve en büyük devlet adamı ve yüz yılların lideri ruhun şad, mekânın cennet oluşun.
Büyük Ata, ülkemizde olduğu kadar bütün dünyada seni seven, sayan ve üstün kişiliğine hayran insanlar her geçen gün çoğalmakta ve sana saygı duymaktadır. Din simsarlarının, akıllarını başkalarına kiraya verelerin, yalanla dolanla nemalanların senden hoşlanmadıkların biliyoruz. Onlar şimdi kendileri için en uygun bir ortamda sana saygıda kusur ediyorlar. Önemli değil, biz yeteriz, çoğuz daha da çoğalacağız. Geçmiş liderlerden hiçbiri senin kadar uzun ömürlü sevilip sayılmadı, her geçen gün sana karşı saygı ve sevgi katlanarak artmaktadır. Huzur içinde yat!
09.11.2021 Hasan ŞİMŞEK
10 KASIM
Son Eklenenler
author
Emma Hayes
There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.