Karamanoğulları Devletinin hem kuruluşuna, hem de yıkılışına tanıklık etmiş köprüler, medreseler, hanlar, kaleler, kervansaraylar, namazgâhlar, yayla pınar gözleri ve çeşmelerinin yapılışlarına, yerlerinin seçilişine bakıldığında önemi anlaşılıyor.
“Çeşme kelimesinin Farsça’da “göz” anlamındaki çeşmden geldiği umumiyetle kabul edilir. Su çıkan kaynak, pınar ve gözlere çeşm denilmesi, bunların akıtıldığı küçük yapılara çeşme adının verilmesine sebep olmuştur.”
“Osmanlı Hanedanlığı çeşme kitabelerinde “çeşme-i âb-ı zülâl”, – “çeşme-i kevser”, – “çeşme-i dilküşâ” vb. terkipler halinde sık sık kullanılmıştır. Türk medeniyetinde önemli bir yeri olan çeşmenin önceki çağ ve medeniyetlerde de çok yaygın olmamakla beraber varlığı bilinmektedir. Ancak öteden beri yaygın olarak ileri sürülen eski Mezopotamya medeniyetlerinde çeşme olduğu yolundaki görüş pek doğru sayılamaz. Kazılarda bulunanlar çeşme değil kuyudur.“ (https://islamansiklopedisi.org.tr/cesme Müellif: SEMAVİ EYİCE )
Karamanoğulları coğrafyasında bulunan pınarlara yapılan çeşmelere genelde “ülük” kelimesinin verildiğini görüyoruz. Buna bir örnek vermek gerekirse; Karamanoğullarının kuruluşuna ilk şahitlik eden ve Karamanoğulları Beyliğinin kuruluş yeri olan, beyliğini ilan ettiği Ermenek (Germanikapolis) Firan Kalesi eteklerinde ki “Yedi Ülüklü Çeşme” gösterilebilir. Burada kullanılan “ÜLÜK” kelimesi; ümük-imük-ibik kelimelerinin bozulmuş hali olup “dar boğaz” anlamı çıkmaktadır. Tek bir kaynaktan çıkan suya 7 ayrı çeşme yapılarak dağıtımı sağlanmıştır.
Bu yedi ülüklü çeşmenin hemen üstünde Karamanoğulları dönemine ait “Ulu Cami” vardır. Alt ve yan tarafında ise bölgenin en eski çarşısı yer almaktadır. Bölgeyi ziyaret edenlerin kesinlikle görmesi gereken yerlerden biridir. Eğer gezilmemiş-görülmemişse eksik kalmış derim.
Evliya Çelebi Seyahatname’sinde Ermenek’ten (9 uncu cilt) bahsederken: Firan Kalesi hakkında şöyle demektedir: “Karamanoğlu burasını yedi sene muhasara ettiği (kuşattığı) hâlde Ermeni Kralı elinden alamamış.” Nihayet bir askeri hile ile elde etmeye muvaffak (başarmış) olmuştur. “Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu” menkıbesi burada olmuş ve günümüze kadar anlatılarak gelmiştir. Zamanın askeri hücum uygulamasıdır.
Karamanoğulları Devleti konargöçer Yörük kültürünü yaşayan bir topluluk olduğundan, yazın yayla yolları üzerindeki pınar gözlerine sahip çıkmış, buraları düzelterek, kendi geleneklerine göre adlandırarak sahiplenmişlerdir. Hangi pınar gözüne giderseniz gidin, havyalarına özel sulama yalaklar yapmışlardır. Bu hayvan sulama yalaklarını da yine kendi adalet anlayışına göre tanzim ettiklerini görürüz.
Benim alan çalışmalarımda karşıma çıkan bu hayvan sulama yalaklarının su dağılımını görünce gerçekten bir anlam vermemiştim. Saatlerce düşündüğüm olmuştur. Yine bölgemizin konargöçer insanları bunların nedenlerini ilk ağızdan anlatmışlardır. Düşündükçe hak verdim. O günden sonra hayvan sulama yalaklarında ki adaletli su dağılımı çok dikkatimi çeker.
Karamanoğulları Devleti Coğrafyasının Orta Toros Dağlarında ki Yaylaları
Kaş yaylası, Saren yaylası, Abanoz yaylası, Kervan alanı yaylasına, Halkalı Yaylası, Elbalak yaylası, Özlügöl yaylaları, Damgır yaylası, Süngüllü Yaylası, Mihraplı Yaylası, Yunt yaylası, Tozlu Çeşme, Çirit alanı yaylası, Kındam yaylası, Üç kuyular yaylası, Sarnıç yaylası, Tol pınar yaylası, Ulukışla Meydan yaylası. Niğde Bolkar dağlarında; Top tepe, Tahtalıkaya, Koyunaşağı tepesi, Eğerkeya (Erkaya), Çinigöl, Gökboyun, Gargar Muğarı, Hacı Muğarı gibi örnekleri çoğaltılabilir.
Kitabesi olmayan ama yıllarca anlatıla gelen çeşmelerimizin konumlarına bakılırsa isminin nedeni ortaya çıkıyor.
Bunlarda biri de “ Kadınlar Çeşmesi.” Bölge Orta Toros Dağları içerisinde yer alıyor. En önemli tarafı da ataları ile evlatları-torunları arasındaki yol güzergâhında olması. Her iki yakada Karamanoğulları Devleti için çok önemli. Bir ucunda Karamanoğulları Beyliği kurucu atası Nure Sofi° ve eşinin mezarları olan Değirmenlik Yaylası. Diğer ucunda beyliğin isim babası Kerimüddin Karaman Bey dâhil beş mezar olan Balkusan yaylası var.
“Kadınlar Suyu-Çeşmesi ” Bölgesine “Damgır” Yaylası deniliyor. “Damgır: Kupkuru anlamındadır. Acaba iki telli Türk çalgısı Dombra kelimesinin bozulmuş hali mi demek aklıma geliyor. (Buna henüz tam cevap bulamadım.) Bölge “Süngüllü” diye de anılır. Mihraplı Yaylasına çok yakındır.
Yıllardır unutmuş bir konargöçer Yörük geleneğinin canlı şahitliğini yapmış “Süngüllü” yaylası sınırlarında yer alan “Kadınlar Suyu/Çeşmesi” bütün ihtişamı ile yıllara meydan okurcasına ayakta kalmıştır. Suyundan eksilme olmadığı gibi, pınar akış yönünü değiştirmemiştir. Karamanoğulları Devleti tarihi için önemli yerlerden biridir.
Tekrar etmem gerekirse; ataları ile evlatları arasında yer alması bir başka anlam taşımaktadır. Hele adının yıllarca “Kadınlar Suyu” olarak anılması bir başka değer.
Tuz yalatma taşları varsa, bil ki yakınında su kaynağı var.
Birkaç yüz metre ileride tuz yalatma taşlarını gördüğümde biraz daha kafamdaki sorulara cevap alıyorum. Şöyle ki; “Yörükler, hayvanlarına on beş günde bir tuz yalatırlar. Çoban, keçinin tuz istediğini, bu yüzden yayılmadığını anlar. Tuzlar diri ise tuz taşında sürtülür (inceltilir) ya da el değirmenlerinde çekilir (üğütülür). Sürü, sabahleyin erkenden hava serin iken tuzlanır. Hayvanlar, sıcak çökerse tuz yalamaz. Çoban, sürüyü hangi tuzlada, tuz yalayacaksa sabah erkenden o tuzlaya yaklaştırır. Tuzu yalayıp doyan keçiler geri çekilir. Çoban, gecikmeden sürüyü sulağa indirir. Geç kalırsa keçiyi tuz tutar. Tuzun tuttuğu hayvan ölür. Tuzlanan keçiler suyu iyi içer, yaylımı da iyi yayılır. Sık sık tuzlanan keçilerin çilesi (tüyü) düzgün ve eti tatlı (lezzetli) olur. Tuzun içine bazen sumak katarlar.”
“Kadınlar Çeşmesi” nerede dersek: Karamanoğulları Devleti beylerinden Mesut Bey zamanında Mut ilçesi beş sene başkentlik yapmıştır. “İki pınar, beş çınar bunlar olmasa Mut, yanar.” Dediğimiz, Romalılar dönemindeki ismi CLAUDOPOLİS olduğu bilinen, Mersin İli Mut ilçesi sınırları içerisindedir.
Yapılış tarihi yerine, tamir ve bakım tarihi yazılan çeşmenin dikkat çeken özelliği, suyun akış yönüne yapılan öbek öbek su dağıtım yalaklarıdır. Büyükten küçüğe doğru sıralan bu yalakları özellikle keçiler kendi aralarında anlaşmışçasına üleşmişler. Edindiğim bilgilere göre; ilk üç beş yalak erkek keçilerin. Ondan sonra sıra ile yaşlı dişi keçiler ve gençleri, sonrasında da sürüde varsa çebiçler sırasını biliyor.
Bu sıralama konargöçer Yörük kültürünün içerisinde vazgeçilmeyen bir uygulama olarak dikkat çekiyor.
Karamanoğulları coğrafyasında ki Yörüklerde keçinin önemli bir yeri vardır. Toprağa yerleşinceye kadar kullandığı deveden sonra ikinci sırayı keçi almaktadır. Koyun besleyen Yörük sayısı oldukça azdır.
“Ördürüm” olmazsa olmazlardan
Yörüklerde keçiyi genellikle genç erkekler, oğlağı ise kız veya erkek çocuklar güderler. Sürü kışın-yazın erken saatlerde ağıldan otlağa götürülür. Bu kural değişmez.
Bazen güzlekte yayılımdan hiç dönmez. Kışlakta ise sürü bütün gün yayılır. Ayrıca, Eylül, Ekim aylarında keçi etten düşmesin, acıkmasın, oğlağa iyi gelsin (karnındaki oğlağı iyi beslesin) diye gece saat iki dolaylarında “ÖRDÜRÜM”e kaldırılır.
Yaklaşık bir saat kadar sürü en yakın otlakta ÖRDÜRÜMlenir, bir başka söyleyişle YAYILTILIR.
Öte yandan, keçi koşana katılarak sağılır, sağım işlemi bittikten sonra oğlak sürüye katılır. Oğlağın sürüye katılmasına “KATIŞMA”, sürüden ayrılmasına “SEÇME” denir. (Musa SEYIRCI, “Sarıkeçili Yörükleri’nde Keçilere Takılan Adlar”, Türk Folklorundan Derlemeler 1987, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Milli Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, Ankara 1987, 191)
Bir anlatımda Antalya’nın Manavgat ilçesinde yaşayan Doç. Dr. Fatih Uslu ile sohbetimde ortaya çıktı. (Kendisi şu an Akdeniz Üniversitesi, Manavgat Meslek Yüksekokulu Müdürü ve Akdeniz Üniversitesi, Yörük Kültürü Araştırma Ve Uygulama Merkezi Müdürlüğünü yapıyor.)
Anlattıkları bana çok ilginç geldi.
Doç. Dr. Uslu, Toroslar’da yaşayan Yörüklerin, keçi sürülerinde zaman zaman görülen bulaşıcı “ciğer ağrısı” hastalığını, hayvanın durgunlaşması, gözlerinde çapak oluşması, solunum sıkıntısı çekmesi ve inlemesinden anladıklarını belirtti.
Uslu, çuvaldızdaki pamuk iplik kanı emdikten sonra çıkarıldığını, ardından kanlı pamuk iplik takılı çuvaldızla keçilerin kulaklarına aşılama yapıldığını ifade etti.
Doç. Dr. Uslu, ”Bir tür aşılama olan bu uygulama yavaş yavaş yapılıyormuş. Amaç, hastalık nedeniyle ölmüş hayvanın kanı ile sağlam hayvanın kanının karışması. Bu yöntem başarılı da oluyormuş. Bulaşıcı hastalığın sürüdeki diğer hayvanlara geçmesi engelleniyormuş” diye konuştu.
Doç. Dr. Uslu’nun annesi Fatmana Uslu Hanımefendi (76), kendilerine dedelerinin öğrettiği bu uygulamayı yıllarca yaptıklarını anlatırken, ”Keçi sürülerinde ciğer ağrısı diye bir hastalık 5-10 yılda bir ortaya çıkardı. Sürüleri birbirinden korurduk. Bulaşıcı bir hastalıktı bu” dedi.
Doç. Dr. Uslu, Sürüden bir hayvan öldüğünde ölen hayvanın ciğerini leğene koyduklarını söyleyen Uslu, ”Sonra iğneye bir pamuk iplik takardık. Ciğerin içinden iplikli iğneyi geçirip, sonra da bu iğneyi sürüdeki sağlam hayvanların kulağından geçirirdik. Aşılanan keçinin kulağında iğne yeri biraz şişerdi. Fayda da ederdi bu yöntem. Böylece kan aşısı yapardık sürüye” diye konuştu.
Karamanoğulları Devleti sınırlarında sıkça rastlayabileceğiniz çeşmelerin bir dantel gibi işlendiğini de görebiliriz. Ermenek (Germanikapolis) Değirmenlik Mahallesinde yıllara meydan okurcasına günümüze kadar gelebilen çeşmeden bahsediyorum. Az ilerisinde tamir tarihi 1926 yazan bir başka çeşmede altı köşeli Davut Yıldızı (Süleyman Mührü) figürünü görebilirsiniz. Karamanoğulları döneminden kalma bu çeşmeler görülmeye değer olduğu kadar, koruma altına alınması gereken tarihi eserlerimizdir.
“Yörüğün yükünü bir deve götürür, Sefasını bin deve götüremez”
Erbalak yaylasında karşımıza çıkan +5 derece olan kaynak suyu ve hemen karşısında ki namazgâh size çok şeyler hatırlatır. Aynı duyguları Niğde Ulukışla Meydan Yaylası düzlüğünde ki pınarlarda görmemiz mümkün.
Her zaman dilimden düşmeyen bir kelime var; “Herkes biraz ya Karamanlıdır, ya da Karamanoğullarındandır.” Diğeri ise; “Karamanoğullarının karakteristik özelliği bilgide inatçılık ve yazmada gözü karalılıktır.” Öyle değil mi?
Şerafettin GÜÇ