Dil Bayramı Konya’da da Yapılmalı!
KMÜ, Mehmet Beyin Şahsında Karamanoğullarının İtibarının İadesidir
Selçuklu İmparatorluğu ve Moğol Vesayeti
Ermenek Türkleri
Kim bu Falcı Cadının oğlu?
Moğol Valisine Sunulan Kitap!
Moğol Konya Tahtına El Koyuyor!
Moğol’un Hizmetindeki Sultanlar
Havariç / Hariciler
Bundan sonra Türkçeden başka Dil Konuşulmayacak!
İskarpinli Acem Yazar!
Ermenistan Vilayeti Neresi?
Mevlana ve Sadreddin-i Konevi Nerede?
Selçuklu devletini Moğol Hâkimiyetinden Kurtarma Girişimleri
Dil Bayramları
Dil, din gibi bir milleti millet yapan, en önemli unsurlardan birisidir.
Birinci olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün katılımıyla 1932 yılında düzenlenen I. Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’ü her yıl ülke genelinde “Dil Bayramı” olarak kutluyoruz.
İkinci olarak, Konya sarayında 13 Mayıs 1277 yılında Sultanla Karamanoğlu Mehmet Beyin beraber katıldıkları Selçuklu Devleti divanında alınan kararın yıl dönümlerinde Karamanda her yıl Türkçe Dil bayramı kutlanmaktadır. Bu bayram devletimiz tarafından da tescil edilmiştir.
Her yıl şahsen katılmaya çalıştığım bu bayram, önce Karamanoğullarının ilk yerleştikleri bölge olan ve ilk beylerin türbelerinin de bulunduğu Balkusan (Ermenek Karaman) köyünde başlar. Sonra Karaman vilayetinde çeşitli etkinliklerle devam eder.
Balkusan köyündeki Karamanoğlu türbesi, Konya Vakıflar Genel Müdürlüğünce başlatılan restorasyonu tamamlanarak 2009 yılında yeni bir modelle ortaya kondu. Bu hususta ve Türkçenin Resmi Dil olarak Mehmet beyin söz konusu fermanıyla her yıl Balkusan’da kutlanması hakkında büyük çaba ve katkılarından dolayı Ermenek Güneyyurt doğumlu eski Spor Bakanı merhum Fikret Ünlüyü rahmetle ve Ermenek / Balkusan Karamanoğlu Mehmet Bey Dil ve Kültür Derneği başkanı Sayın Habip Çalışkan ile bu hususta her zaman inisiyatif alan Sayın Halit Bardakçı üstadı saygıyla anmak istiyorum.
Ayrıca Mehmet Bey ve Karaman beyin babaları merhum Nure Sofi hazretlerinin Mut’a bağlı Yalnızcabağ köyü Değirmenlik yaylasında harap haldeki türbesini yoğun bir çalışma trafiğiyle Adana Vakıflar Genel müdürlüğünce yenilenmesini sağlayan, Karamanoğulları üzerine durmak dinlenmek bilmeden çalışan ve bu yolda bir düzineye yakın eser veren Sayın Şerafettin Güç’ü de hürmetle anarım.
Selçuklu ve Moğol Vesayeti
Selçuklu İmparatorluğu 1243 yılında yapılan Kösedağ savaşında yaşadığı yenilgiden sonra fiilen şirk ehli ve küfür erbabı İlhanlı / Moğol vesayetine girmiştir.
Otuz beş sene süren bu durum 1277 yılında Sultan Baybars’ın Moğolları yenip Kayseri’ye gelişinden ve Mısıra dönüşünden sonra tamamen Moğol valilerce yönetilen tam manasıyla kukla gibi oynatılan sultanların imparatorluğu haline gelmiştir Selçuklular.
Kösedağ mağlubiyetinden sonra devletin büyük oranda gelirleri Moğollara akmıştır. Maliyeyi, hazineyi ve dış işlerini onlar yönetmiştir. Selçuklu Sultanları ise onların istediğinde kalkan, istediğinde oturan birer oyuncağı durumuna düşmüşlerdir.
1277’de Moğolların Sultan Baybars’a yenilmesinden sonra ise Konya payitahtında Moğol vali varken sultan ve vezirleri ilden ile dolaştırılarak sadece Moğollar lehine noter gibi kullanılmışlardır.
Bu durum nedir?
Bu halde bağımsız bir devletten söz edilebilir mi?
Selçukluların son otuz yılı Osmanlıların son yirmi yılına benzer. Osmanlıların başkenti İstanbul en sonunda İngiliz ve müttefik düşmanlarca işgal edilmiştir. Şimdi İstanbul’dan işgalcileri çıkarmak için harekete geçmek isyan veya şekavet midir? Asla, o halde Gazi Mustafa Kemal’in Türkiye’yi işgalcilerden kurtarmak için giriştiği istiklal savaşı neyse Karamanoğlu Mehmet beyin Konya’yı işgalcilerden kurtarmak için harekete geçmesi aynı şeydir. Düşman şirk ve küfür ehlidir, ha İngiliz ha Moğol, ne fark eder?
Moğollar Konya’daki işlerini adı Müslüman olan hâkimlere gördürerek emellerine ulaşıyorlardı.
Bu vahim hale seyirci olmayanlar da vardı. Bunlar arasında Hatiroğlu ve Karamanoğlu aileleri başı çekmektedir.
Bu iki aile ve bir vatanperver ama korkak ve ikiyüzlü bir münafık olan Muinüddin Süleyman Pervane Memluk Sultanı Baybars’ı devamlı Anadolu’ya gelip Selçuklu saltanatını Moğollardan kurtarmasını istiyordu.
Baybars da Kahire’den kalkıp ordusuyla Kayseri’ye geldi, gelirken Elbistan ovasında 15 Nisan 1277 yılında Moğol ordusuna büyük bir hezimet yaşattı.
Kayseri’de bütün Selçuklu halkı ve beylikler kendisine itaatlerini bildirdiler. Anadolu bayram yapıyordu. Bu Moğollardan kurtuluş bayramıydı. Ortada sadece Moğolların dur dedikleri yerde duran sultan ve atabeyi yoktu. Bir de gizli gizli Baybars’a mektup yazıp Moğollardan ülkeyi kurtarmasını isteyen Süleyman Pervane yoktu.
Tokatta bulunan Selçukluların önemli şahsiyeti Pervane’ye Kayseri’ye gelmesi için adamlar gönderildi ama o Moğol korkusuna gelemedi ama akıbeti korktuğu kişilerin kılıcıyla can vermek oldu.
Sultan Baybars Süleyman Pervanenin gelmemesine çok üzüldü ve kızdı. Başkent Kahire’yi boş bırakamayacağını söyleyip Kayseri’ye bir vali tayin ederek ayrıldı.
Bu sırada tarih 1277 idi. Hunhar Abaka Han olayı duyunca ordusuyla Anadolu’ya gelip yüz binlerce insanı kılıçtan geçirdi. Baybars’a itaat edenlerden korkunç bir intikam almıştı. Bu intikam dedesi Hülagu’dan sonra yapılan en büyük Müslüman katliamı olarak anılacaktır.
Basybars ayrılırken ülkede herkesin hakkını teslim etmiş, Karamanoğlu’nun da Konya’dan Akdeniz’e kadar bütün toprakları bir mensurla sahiplenmesini istemişti.
Şimdi, Selçuklu devletini bu zalim Moğollardan kurtarmak için harekete geçen bir kahramanı alkışlamamız gerekmez mi?
Bu kahraman üstelik hanedanı koruyarak bunu yapıyor ve sürgündeki şehzadelerden birisini tahta oturtuyor.
Kendisinin veziri olduğu Konya’daki ilk divan toplantısında Türkçeden başka dil kullanılmaması hususunda karar alınıyor. Çünkü görülen manzara vahimdir. O sırada divan kâtibi bir İranlıdır ve her şeyi hatta sonradan yazdığı çok önemli Selçuklu tarihini bile Farsça yazıyor.
Kim bu Falcı Cadının oğlu İbn-i Bibi?
“Hayatı hakkında bilinenler el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’de çeşitli vesilelerle verdiği bilgilere dayanmaktadır. Künyesini Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca‘ferî er-Rugadî el-müştehir bi-İbn Bîbî el-Müneccime (bk. tıpkıbasım, s. 10) şeklinde kaydeden İbn Bîbî’nin Rugadî nisbesinden İran’ın Mâzenderan bölgesindeki Rugad şehrine mensup olduğu söylenebilir. Annesi Bîbî Müneccime, Babası Mecdüddin Muhammed Tercümân olup birinci Alaeddin Keykubat tarafından 1230 yılında Anadolu’ya getirilen bir ailenin çocuğudur.
Celâleddin Hârizmşah’ın 1231’de Diyarbakır önlerinde Moğol kuvvetlerine yenilmesi ve ölümü üzerine Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref Muzafferüddin Mûsâ’nın yanına Dımaşk’a gitmişler, Alâeddin Keykubad daha sonra el-Melikü’l-Eşref’ten onları Anadolu’ya göndermesini istemiş, bunun üzerine Konya’ya gelip I. Alâeddin Keykubad’ın hizmetine girmişlerdir.
Aile olarak Konya Selçuklu sarayında divan işlerinde bulunmuşlardır, Babası ölünce oğlu İbn-i Bibi 1270 yılında Selçuklu Sarayı divan kâtipliğine geçmiştir.
İbn Bîbî, devlete karşı gelerek zaman zaman karışıklıklar çıkaran Türkmenler, fityân, rünûd zümreleri hakkında olumsuz düşüncelere sahiptir. Eserini Moğol hâkimiyeti döneminde yazıp bir İlhanlı devlet adamına sunmuş olduğundan kanaatlerini açıkça ifade edememekle birlikte Moğollar’ın Selçuklu Devleti’ne karşı güttükleri şiddet politikasını ve Anadolu’da yaptıkları maddî ve mânevî tahribatı çeşitli vesilelerle dolaylı olarak anlatmaktan çekinmemiştir.”
Şimdi bütün tarihçilerin baş kaynak olarak verdikleri İbn-i Bibi’nin el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin Karamanoğlu Mehmet Bey bölümünü Arapça metninden olduğu gibi çevirerek veriyorum:
Karamanoğulları Egemenliği ve Cimrinin Selçuklu İdaresini Ele Alması
İbn-i Hatir açıkça isyan edince ve delice hayallerinin kanıtı olan ahmakça bir yol izlemeye başlayınca Selçuklu hanedan üyeleri ve devlet erkânı zorunlu olarak Kayseri’den Niğde’ye çekildiler.
İbn-i Hatir gibi nankörler yaratılışlarının gereği onun etrafında toplandılar ve Kılıçaslan ailesine karşı “Bir şeye benzerlik kendisine çeker” sözü gereği birleştiler.
Şam havasını soluyan Şeref’in Fındıkdari’ye / Sultan Baybars derin bir düşkünlüğü ve hevesi olması her aşiret ve taifeden yığınların onun için Niğde’de toplanmalarını sağladı.
Karamanoğullarına gelince onların babaları ilk zamanlarında Ermen Nahiyelerinde kömürcülük yapan bir Türkmen’di. Kamerüdddin olarak tanınan bu kişi sürekli dağlardan elde ettiği kömürle Larende’ye gelir, satar ve ailesinin geçimini sağlardı.
1243 senesinde Baycu’nun Anadolu’nun içerisine doğru iyice ilerlemesiyle meydana gelen devletteki zafiyet ve sıkıntı üzerine bir fırsat yakalayan ve çocuklarıyla beraber hırsızlığa ve yol kesmeye başlayan Karamanoğulları artık yürüme mertebesinden ata binmeye geçtiler.
Sultan İzzeddin’in Konya’da olmadığı ve Sultan Rükneddin’in ülkeye ortak olarak girdiği bir anda Karamanı, büyük toprak parçaları vererek, vaatlerde bulunup makamlar verip ikna ederek kendisine itaat ettirmek tuzağına düşürdü.
Böylece Karaman’ın eline bol mal ve servet geçince kafasına bozuk ve delice fikirler geldi, itaat sözlerine rağmen kardeşi Bunsuz ile beraber, darb-ı meselde geçen “Sanat unutulmaz” sözü kabilinden yol kesmeye başladılar.
Bu duruma Sultan Rükneddin çok kızdı, cezalandırmayı düşünüyor ama bir şey yapamıyordu. Çünkü onların Ermen vilayetinde yurtları vardı, isyan ve ayaklanmalarından korunmaya çalışıyordu.
Karaman ölünce kardeşi Bunsuz Sultanın huzuruna geldi, Bunsuz zaten Sultan Rükneddin’in muhafız birliğinin komutanıydı. Sarayın İlhanlı Moğol hükümdarına bağlılığının sürmesini sağlıyordu.
Sultan Rükneddin Bunsuz’u hapsedip Karaman’ın çocuklarını Kavele kalesine gönderdi. Sultan Rükneddin öldükten sonra da Pervane serbest bırakıncaya kadar o kaleden bu kaleye gözaltında gidip geldiler. Emir Pervane Karaman Beyin ın çocuklarını hapisten serbest bıraktı.
Çok geçmeden bu küçük yılancıklar korkunç birer yılan olup ülkeyi tahribe ve insanlara azap etmeye başladılar. Sultan Rükneddin’e olan hınçlarını oğluna muhalefet ederek almaya teşebbüs ettiler. Hatir oğlunun Şamlılara yanaştığını duyduklarında ona yamandılar. Bu cahil de Kadı Hıten oğlu Bedreddin İbrahim’e verilen Erminiya güçleri komutasını onlara teslim etti.
Kedük mevkiinde Şeref’e karşı galibiyet elde edilip fitneler azalıp sıkıntı aşılınca Pervane bir askeri birlik göndererek Erminiya’daki Karamanoğullarını yola getirmeye karar verdi. Coğrafi zorluklar nedeniyle bu askeri kuvvet başarılı olamadı. Hatta ellerine çok sayıda esir verdiler, bunun üzerine bu haricilerin cesareti daha da arttı.
Sonraki yılda Fundukdar / Sultan Baybars için Tatara / Moğol’a galip gelince anlaşılıp, bu haber de saltanat naibi Eminüddin Mikail’in kulağına ulaşınca – ki bu sırada sahib’in çocukları da Larende’ye haricileri etkisizleştirmek üzere gitmişlerdi- ihtiyat için, başkenti korumak üzere Konya’ya geldiler. Öte yandan Sultan ve Sahip Moğol İlhanlı hükümdarına boyun eşmiş, ne derlerse yapmak durumunda olup durumlarından haber alınamıyordu. Sahibin çocukları Karahisar’a gitmişlerdi, Konya’ya bağlı sahil meliki emir naip Bahaeddin ise şehirdeydi.
Ermenek kalesindeki Türkler ve Karamanoğulları Konya’nın boş olduğunu görünce vilayetteki Türkmenleri yağma için çağırdılar. Bir gün, komutanları ve kültürde ve sebatta en şanlıları olan Mehmet Bey mecliste temenni kabilinden şöyle dedi:
Şu anda Fundukdar’da işler netleşmedi, elimizde bir Selçuklu sultanı olsa kıyamete kadar kimse bizimle boy ölçüşemez. Bizans kralına bir elçi göndersek ve ellerinde sefalet içinde, rehin bulunan Sultan İzzeddin’in çocuklarından birisini bize gönderse. Eğer kral bu isteğimize olumlu cevap verirse yeryüzünde azamette bizi kimse geçemez.
O günlerde sokaklarda yaşayan, harfuş, Türk kabileleri arasında dolaşan ve kendisinin Sultan İzzeddin’in oğlu olduğunu iddia eder Cimri denen birisi vardı. Mehmet beyin yukarıdaki sözlerini duyan bir adam anlatılanlara uyan bir adamı – ki bu kişi de cimri olarak bilinmektedir- yolda görünce hemen tutup Mehmet beyin huzuruna getirir ve: Beyim işte sizin aradığınız adamı getirdim, işte Sultan İzzeddin oğlu, adı ve sanı Gıyasettin Siyavuş, der.
Beyim bu adama yazmayı çizmeyi ben öğrettim, diye ekler.
Bu bedbaht takinin / Allahtan sakınan- sözünü duyanlar doğrulayıp ona biat ettiler. Üstünü başını değiştirip sultanlar gibi yaldızlı ve ipekli elbiseler giydirip ayaklarında deriden mamul, topuklarına uzun bağcıklarla bağlanan çarıklı Türkmenler tarafından Konya’ya yola çıkarıldı.
Filobad sahrasına gelince Konya Saltanat naibine bir elçi gönderip şöyle demesini istediler: Sultan İzzeddin’in oğlu bizim yanımızdadır, bu nesebin doğruluğuna sağlam kişiler tanıktır, en kısa sürede Sultanın Konya’daki naibinin elini öpüp biat etmesi için gelmesini beklemektedir. Eğer nesebi üzerinde zerre şüphe edilirse eski saray adamlarından sözü dinlenir ve hanedanı tanıyan bir zat gönderilerek tahkikatta bulunabilir.
Eğer bu saray adamı nesebini doğru bulursa bize de, size de kesin ona boyun eğmek ve itaat gerekir. Ve eğer nesebi sahih olmadığını kanıtlarsa biz de kesinlikle inkâr etmeyiz, adamın kanaatini yok saymayız.
Elçiler art arda gelirler giderler ancak saltanat naibi bunlara cevap vermez, hatta öldürülmelerini emreder. Karamanoğulları naibin inkârda sebat ettiğini görünce büyük bir ordu ile Konya’ya girerler. Emirüddin ve ordusu Mehmet Beye ve Cimri’ye karşı savaşmak üzere yola çıkarlar ancak karşı duracak güçte olmadıklarını görüp hezimete uğramış halde şehre dönerler.
Türkmenler hendeğin kıyısına gelirler ve At pazarı ve Çaşnigir kapıları önünde ateş yakarlar. Ayak takımı müttefikleri de katılarak onlara ot ve odun takviyesi yaparlar. At pazarı kapısı yanınca Türkmenler şehrin içine fırlarlar, çekirge sürüsü gibi hücum ederler.
Naibe bu haber ulaşınca onları engellemek üzere kapıya geldiğinde kapının yanmakta olduğunu görür ve engellemeye gücünün yetmeyeceğini anlayıp kaçmaya karar verir. Bunun üzerine sarığını çenesinin altından dolayıp dörtnala etrafa koşarak ve yüksek sesle bağırarak: Türklerin tuzağına düştük, naip nerede? Diye tekrarlar durur. Sarayının kapısına gelince içeri hırsız gibi girer ve bir adamının evinde gizlenir.
Türkmenler ise ışığa doluşan pervaneler gibi şehre girerler, yakıp yıkarlar, kervansaray kapılarını kırarlar ve konaklayan tüccarların mallarını yağmalarlar. Emirlerin saray ve evlerinin kapılarını baltayla kırarlar.
Bütün ticari malları bir araya toplarlar, keseleri nakitlerle dolar taşar. Görgü tanıkları Büyük Selçuklu İmparatorluğu sultanı Sultan Sencer zamanında Nisabur istilası olayını anımsarlar.
Ertesi gün Cimri ile beraber şehre girilir, Cimri tahta oturtulur.
Naip, fırsatı değerlendirerek şehrin dışına çıkar ve doğru Tokat’a doğru yola çıkar. Saltanat hanedan üyeleri ve devlet erkânı Tokat’tadır ancak Naip Han Kaymaz yakınlarında yakalanıp Mehmet beye getirilir. İşkence sırasında iç çamaşırının bir yanında bir düğüm bulurlar, düğümü çözünce içinde muşammaa sarılı mühürlü bir kâğıt ele geçirirler.
Bu mühürlü kâğıtta hazinelerin içeriği ve yerleri yazılıdır. Derhal ellerini bağlayarak şehre getirirler, kâğıtta yazılı yerleri göstertirler ve hazineleri çıkarıp atlara, develere ve katırlara kolayca yükleyerek taşırlar. Sonra naibi sahiller meliki Bahaeddin ile yüzleştirirler.
Naibin işini bitirince Konya’nın eşraf, ayan ve halk kalabalığını Cimri’nin sultan olduğu konusunda yemin ettirip biat için getirirler ve hepsi can hayfına biat eder.
Biat işi tamamlandıktan sonra Selçuklu Sultanlarının, özellikle Sultan Alâeddin’in sancak ve şemsiyesini / çetri isteyerek onunla teberrük / kutsama yaparlar. Bundan dolayı kalede bulunanlara istekleri üzerine, şehre girerken yaptıkları hiçbir kötülüğü yapmazlar, onlar da surdan sancağı ve şemsiyeyi alıp getirirler.
Ertesi günü Cimri, şehrin etrafında şaşaa ve debdebeli elbiseler içinde dolaşır, sonra sarayda divan toplanır ve etrafa emirler yazılır. Bu emirlerle bundan sonra Türkçeden başka dil konuşulmayacağı kararı alınıp: bu günden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmayacak, şeklinde karar alındı. Birkaç güne varmadan amaçlarına ulaşırlar.
Mehmet Bey vezirliğe getirilir. Her taraftan hediyeli kutlamalar ardı arkası kesilmeden devam etti. Diğer birçok görev de vasıfsız, düşük kişilere verilir. Çarıklı Türkmenler en güzel ipekli ve pamuklu elbiselere büründü. Pervane, naip, nazır, sahip gibi yüksek görevlere getirildiler. Kaledekilerle kırk bin dirhem karşılığında barış anlaşması yapıldı.
Bu kırk bin dirhem verildikten sonra 04 Mayıs 1278 Perşembe günü kale kapıları Mehmet Bey ve Cimriye açılır. Cimri burada Selçuklu Sarayı tahtına oturur, bu sırada kadılar, emirler, hafızlar ve devlet erkânı hazır bulunur ve bir mahfil ikame ederler.
Cimri, vakit yaklaşınca Cuma Camii için çıkar, hutbe kendi adına okunur, adına sikke basılır. Mehmet Bey, Sultan Rükneddin’in kızını Cimri’ye isteyince anası Gazalya tarafından çeyiz hazırlıklarının sultanlara layık bir biçimde hazırlanabilmesi için dört ay süre şartıyla kabul edildi. Bu talebe ananın isteğine uygun olarak olumlu cevap verilir.
Sonra yürüyerek ve binerek Akşehir’deki Sahibin çocuklarıyla savaş için yola çıkılır.
Cimri’nin Sahib Evladıyla Savaşı ve Galibiyeti
Sahib / Afyon Germiyanoğluları beyi evladı Cimri ile Mehmet Beyin Konya’yı teslim aldığını ve sahil meliki Bahaeddin ile naip Eminüddin’in öldürüldüğünü, büyük küçük kimseyi komayıp Konya’nın bütünüyle yağmalandığını duyunca yoklama yapıp Germiyanoğlularına elli bin dirhem dağıttılar. Çay değirmene geldiklerinde Cimri ile Mehmet Beyin de Akşehir’e kalabalık bir orduyla ulaştıklarını öğrendiler. Bunun üzerine hızlıca hareket edip yatsı namazı vaktinde Akşehir’e geldiler.
Cimriyle karşılaşmak için Kozağaç köyüne geldiler, bu sırada hariciler de Altuntaş köyünde konaklamışlardı. Hemen harp başladı, öne yayaları sürdüler, aralarında bir nehir engel teşkil ediyordu, Mehmet bey dereyi geçip sahip oğullarına saldırmaya yeltenince Türklerden birisi atının yularını tutarak nehri geçmesine engel oldu. Bunun üzerine Mehmet Bey orduyu dere kenarına saflar oluşturup olup bitenleri beklemeye başladı.
Sahibatanın en büyük oğlu emir Taceddin kendisine çok güvendiğinden hamle yaptı, Türkleri önemsemediği anlaşılmıştı, Mehmet Beye doğru hamle yapıp nehrin ortasına gelince Mehmet bey diğer bir atıyla nehre atladı ikisi arasında vuruşma uzadı, sonunda emir Tacettin atından suya düştü, Türkmenler koşup başını vücudundan ayırdılar.
Tacettin beyin gölgesinde ve iyilikleri altında huzur ve rahat içinde yaşayan bu kadar askerden hiç birisi ona yardım için yaklaşamadı. Aman Allah’ım hiç mi adamın sadık hizmetçisi olmaz! Ordularının başı bozulunca Germiyanoğlu Türkleri topukları üzere geri döndüler.
Hariciler buradan da büyük ganimetler elde ettiler. O hengâmeden kurtulan emir Sadeddin Hoca Yunus’un bulunduğu Sivrrihisar’a kadar geldiler, şehir halkı onu tutup Cimri ile Mehmet Beye teslim ettiler. Cimri ile Mehmet Bey başta hatırını iyi tuttular ve diyeti olarak 140 bin dirhem vermeyi kararlaştırdılar. Elçiler mal aramaya çıkmışlardı. Ancak bu iki gaddar anlaşmadan döndüler ve Hoca Yunusu şehit olarak öldürdüler.
Cimri ile Mehmet Beyin yönü buradan Kara hisara doğru devam etti, kuşattılarsa da kaleyi alamadan Konya’ya döndüler.
Halk arasında Cimri ile Mehmet Beyin Erzurum’a Moğollara sefere çıkacakları yayılınca askerler Filobad sahrasına kondular. Bu arada Cimri ile Mehmet Bey her sabah Filobada geliyorlar, akşam da şehre dönüyorlardı.
Bu arada sultan Gıyaseddin ve Sahip Fahrettin’in büyük İlhanın / Moğolların hizmetinde olarak, ünü her yeri tutan bir orduyla gelmekte oldukları haberi yayılınca Türkler cıva gibi huzursuz oldular ve bu haberi gizlediler. Konya ve Akşehir’den ne kadar mal ve ganimet topladılarsa hepsini katır ve develerle Filobad sahrasına taşıdılar. Sonra da kendileri peşlerinden şehirden çıktılar. Eğer şehrin merkezinde olanlar Moğol ordusunun sultanla beraber şehre gelmekte olduğunu bilselerdi Cimri ile Mehmet Bey şehirden asla çıkamazlardı.
Kendilerini şehrin dışına attıklarında atlarıyla uzun gecede sabah olmadan iki büyük merhale mesafe kat ederek Serhan’a ulaştılar.
Moğolların hizmetinde olan Sahib peşlerinden ordusuyla harekete geçti, ordu Çaylak denen yerde tökezledi. Akşehir kuvvetlerinin komutanıydı, daha önce muhafız emiri üzerine de tökezlemişler ve onu Ilgın kuvvet komutanlığına bağlamışlar ikisini de öldürmüşlerdi. Kadınları ve çocukları esir alıp birkaç gün sonra Konya’ya dönmüşlerdi.
Konya halkı ve büyükleri bunu haber alınca kapıların bağlarını tahrip ederek içeriden söküp mancınıklar koydular. Baycu Noyan tarafından tahrip edilen kuleleri onardılar. Şehri muhasaraya karşı savunmaya hazırladılar.
Cimri ile Mehmet Bey Moğolların orduyla geliyor olmalarını duyunca büyük yüklerle Konya’ya dönüşe geçip şehir kapılarının ordunun girişine açılması için haber saldıklarında dünya kadılar kadısı Siracü’l-milleti veddin Ebu’l-bina Mahmud el- Urmevi r.a. öncelik alarak halkı direnmeye çağırdı ve bu hususta bir de fetva çıkardı.
Kadılar kadısı kendisi de bizzat sura çıkıp kaleye sokmamayı başaracak olan halka ödüller vaat etti. Bu haber Moğol komutana ulaşınca kadıdan çok hazzederek onu ödüle boğdu.
Türkler Konya’ya giremeyeceklerini anlayınca dışarıdaki çeşitli yerlere yağma amaçlı saldırılarda bulunup yakıp yıktıktan sonra Erminiya tarafına gittiler.
Divan Sahibinin (Vezir Şemseddin Muhammed Cüveyni) Anadolu’ya Girip Memlekette Duruma El Koyması
Fitne kıvılcımlarının tutuşması, günlerin sıkıntıların günlerle beraber art arda gelmesi düşmanların saldırısı, serkeşliği sanat haline getirenler ve dağlardan ve ormanlardan çıyanların insanlara yağma için saldırıya geçmeleri birbirini izledi.
Bu durum İlhanlı / Moğolların katında malum olunca memleketlerin divan sahibinin –Allah derecesini yüceltsin- Anadolu’ya gelip halkı kendisine çekmek, vilayeti onarmak, memleketi zapt etmek, mal – mülk defterlerini kontrol etmek, bozulanları ıslah etmek, kıskananları burnunu yere sürtmek, elden kaçanları kazanmak ve inat edenleri bertaraf etmek için ferman çıkardı.
Bu fermana uygun olarak Sahib Larende’den Akdeniz’e kadar Karamanoğullarından ve Cimriden temizlemeyi kararlaştırdı. Bu sınıra ulaştıklarında Ermenek Türklerinden büyük kalabalıkları esir aldılar. Büyük ve azametli ordu birçok davar sürüsü elde etti. Kış bastırınca sarp kayalık geçitler hareketi zorlaştırdığından ve kar yığınlarından dolayı geri dönmeyi tercih edip Gehürga’daki kışlık ordugâha gittiler.
Sonra Sultan Gıyasettin Keyhusrev ve Sahib Konya’ya yöneldiler. Burada Karamanoğullarına gerekli dersi ve cezayı verecek harekât için hazırlıklara başladılar.
Gerekli hazırlıklar yapılıp hava şartları uygun olunca Sultan Gıyasettin Keyhusrev ve Sahib bir Moğol taburu eşliğinde bu asilerin peşinden yakalamak için yola çıktılar Mut sahrasına geldiklerinde elli Moğol, elli Müslüman asker öncü olarak ayrıldı.
Cimri ve Mehmet Bey sultanın Sahib ile yazlığa ve Moğol askerlerin kışlıklara döndüklerini duyduklarında saklandıkları yerden çıkmışlardı.
Mehmet Bey kardeşleri ve amcaoğluyla beraber yakınlarından güvendiği yiğitlerden üç beş kişi haber almak için kalmışlar, Cimriyi de kaleye göndermişlerdi.
Mehmet Bey ve yanındakiler bir tepenin üzerindeyken Moğol öncü askerlerini gördü ve onlara mızraklarla saldırdı, burası hem dar, hem zor ve hem de engebeli bir yerdi. Moğollar onları görünce ok yağmuruna tuttular, Mehmet Bey isabet alıp yüzüstü düştü, iki kardeşi ve amcaoğulları da onu kaldırmak için yaklaştıkça okla vuruldular. Hepsi ölüp yere yığılınca diğerleri de kaçtılar.
Moğol ve Müslüman askerler vurulanların kim olduğunu bilmiyorlardı, silahlarını ve elbiselerini almak için geldiklerinde Mehmet Beyi de aralarında buldular. Mehmet Bey, iki kardeşi ve bir de amcaoğlu dört kişilerdi. Hemen şer yuvası başlarını kesip sultanın hizmetçilerine ve sahibataya götürmek üzere yüklendiler.
Haber Konya’da duyulunca halk Cimri devletinin ışığının çok hızlı sönmesinden dehşete ve hayrete kapıldı.
Ertesi gün (şehitlerin) başlarını yıkayıp saçlarını taradıktan sonra kendilerine isyan eden Ermen kaleleri etrafında dolaştırdılar.
Sultan Gıyasettin Keyhusrev ve Sahib Akdeniz’e kadar inip önlerine gelen herkesi kılıçlarına beklemeden yem yaptılar, beraberlerinde yığınla mal ve ganimetle döndüler.
Moğol askerleri Niğde üzerinden Kazova kışlasına gittiler, Sultan Gıyasettin Keyhusrev ve Sahib “yüzüğün çıktığı parmağa dönüşü” gibi Konya’ya döndüler.
Sahib Kazova kışlağında kaldığı sürede ülkenin her tarafına halkı motive etmek için Kastamonu, Simre, Sinop gibi vilayetlere ve önde gelen nahiye ve beldelere mektuplar ile elbiseler ve hediyeler gönderiyor ve yeryüzünün hâkimi yüce İlhan Abaka Hana itaate çağırıyordu.
Moğol hükümdara itaatten çıkanlar yeniden biat halkasına ve kulluk dairesine alındı, ihdas edilen vergiler, istenmeyen kurallar lağvedildi. Herkese ayırım yapmadan gücüne göre vergiler kondu.
Anadolu’da işler yoluna konunca, maliye zapt u rapt altına alınıp ve kalan hesap bakiyelerini kontrol sırasında sahip / Moğol yetkili devlet erkânına ve hak sahiplerince alınmış olan ana mal ve kazanç çıkarıldıktan sonra hiçbir şekilde sultan naiplerince ödenmesi imkânsız birikmiş borç mallar buldu.
Hazineyi bu durumdan kurtarmak ve Selçuklu saltanatının şerefini korumak için sahip Erzincan ve bağlı yerlerin şer’i bir satışla sultanın malları arasına eklenmesine karar verdi. Bunun gibi bazı İlhanlı ile ilintili yerlerin de eklenmesine destek verdi. Böylece bu ailenin sırtındaki borç yükü hafifletilmiş oldu.
Bütün maliye ve hazine işleri, hesap defterleri bakımı tamamlandıktan sonra Sahib ilhanlı Moğol yetkili Şemseddin Cüveyni Sultan Gıyasettin’i ve Sahib Fahreddin’i Cimri’yi bulup haklamaları için yola çıkardı. Kendisi de Moğol İlhan merkezine dönerken yerine oğlu Şerefeddin Hoca Harun’u bıraktı. Göhürge hizmetçisi gibi ve bunu önemli işleri layıkıyla yapması için hırslandırdı.”
Eleştirilerim
Yukarıdaki on sayfalık uzun yazıyı aynen çevirdim, sözler ve ifadeler İbn-i Bibi’ye aittir.
Burada yazarın ruh haline bakarak katılmadığım noktaları kısaca ele alıyorum:
Kısaca İbn-i Bibi:
Selçuklu İmparatorluğunun zirvelerini yaşadığı 1231 senesi, Sultan Birinci Alaeddin Keykubad tarafından Anadolu’ya getirilen bir ailenin çocuğu olan yazar Moğolların Devlete tamamen el koyduğu 1270’li yıllarda sarayda divan katibi olarak bulunan babasının yerini alan bir İranlıdır.
Yani Konya sarayına yapılan Karamanoğlu Mehmet Beyin, bağlı olduğu devleti Moğollardan kurtarmak amacıyla yaptığı müdahale öncesi ve sonrasında yazar Konya’dadır ve olayları ilk ağızdan anlatan kişidir.
1- Ermenek Türkleri
İbn-i Bibi Karamanoğullarını Ermenek Türkleri olarak adlandırıyor. Yazıda geçen Karaman Nure Sofi’nin oğlu olan Karaman olup Ermenek’te kendisinin Kamerüddin olarak bilindiğini belirtiyor.
İbn-i Bibi tarafından Konya sarayını Türkler basmıştır, denmesi Konya’nın bil külliye Moğol yönetiminde olduğunun itirafıdır.
2- İran’dan gelip Konya’da Karamanlılara hırsız ve yol kesici diyecek kadar cesurdur bu falcı cadının oğlu. Oysa yol kesen Selçuklunun yolunu kesen Moğol keferesidir.
3- Yılandan Ejderhalığa(!?)
Fars kökenli yazar, Ermenek Türklerinin yani Karamanoğullarının ilk zamanlarda yılan olduklarını ama biraz toprak sahibi olunca ejderhaya dönüştüklerini ifade ederek içindeki kini kusuyor.
4- Havariç / Hariciler
Yazar Ermenek Türklerine hariciler manasında havaric kelimesini sık sık kullanır. Bilindiği gibi Hz Ali radıyellahü anh efendimize karşı çıkanlara havariç denmişti. Ermenek Türkleri yani Karamanlılar Moğollara karşı çıktığı için havariç oluyor ona göre. Bire zalim! Hz Aliye karşı çıkanlar zamanın meşru halifesine karşı çıkarak harici / doğru yoldan sapan oldular, Moğol şirk ve küfür taifesini öz yurdundan çıkarmak isteyenler nasıl o kelimeyle anılabilir?
5- Hayali Cimri Uydurması
İbn-i Bibi, Mehmet beyin kafasından kendi hayalini kuruyor ve Cimri diye sefil birini hanedan üyesi olarak ortaya sürdüğünü iddia ediyor. Mehmet beyin tahta oturttuğu en güçlü görüşe göre hanedan üyesidir ve Kırımda bulunan 2. İzzeddin Keykavus’un oğlu Alaeddin Siyavuş’tur. Ona cimri denmesinin bile o gün mü daha sonrakiler tarafından mı uyduruldu, henüz kapalıdır.
6- İlhanın / Moğol’un Hizmetindeki Sultanlar
Yazar çevirdiğim Karamanoğlu ile alakalı sayfalarda sık sık Selçuklu Sultan ve Atabeyleri için “Fi Hizmeti ibn-i İlhan el-A’zam / büyük Moğol’un oğlu hizmetinde” bu tabir bile bir Türk hele Müslüman bir Türkün asla kabul edemeyeceği bir durumdur. Ama İbn-i Bibi Türk olmadığı için sultanını ve vezirini Moğol keferesinin hizmetçileri olarak kaydediyor.
7- Moğol Konya Tahtına El Koyuyor!
403. sayfada Konya payitahtının ve devletin bütün hesaplarının Moğolların eline geçtiğini açıkça beyan eder.
8- Moğol Valisine Sunulan Kitap!
İbn-i Bibi ünlü eserini yazıp tamamlayınca teamüller gereği Konya’daki en büyük yetkiliye ithaf ediyor. Ama bu yetkili Konya tahtının sultanı değil Moğol veliaht Kongurtay ve veziri sahib unvanlı Cüveyni’dir.
Şimdi bu yazarın Karamanoğulları ve Ermenek Türkleri hakkında doğruyu yazması düşünülebilir mi?
9- Bundan sonra Türkçeden başka Dil Konuşulmayacak!
Sarayın İranlı kâtibini en fazla şaşırtan bu oluyor. Çünkü kendisi Türkçe bilmediği için işinin bitirileceği kanaatine kapılıyor. Oysa bu saray Türklerindir, Konya bir Selçuklu başkentidir ve asil bir Türk soyu hanedanın karargâhıdır. Ancak yazar, emri Sultanlardan değil sultanları Erzincan’da, Tokatta, Kaz ovada tutan ve atadığı memurlarıyla Konya’yı yöneten Moğol zabitlerinden almaktadır.
10- İskarpinli Acem Yazar!
Konya sarayına gelip Selçuklu devletini Moğollardan kurtaran Karamanoğullarını “Çarıklı Türkmenler” olarak hafife alan yazar acaba rugan ayakkabı ve hakiki deri iskarpin mi giyiyordu? Kendi dilleriyle papuşu / pabucu nasıldı Acem yazarın?
11- Ermenistan Vilayeti Neresi?
Acem tarihçi, şirk ve küfür kralı Moğol hükümdarı Abaka Hana “yeryüzü hakanı” derken, Konya halkına Karamanoğullarını kötü göstermek için, “onlar Ermeni yurdunda otururlar” deyip hınzırca imalarda bulunur.
Oysa Abaka han yetmiş küsur yıl süren (1256 / 1338) İlhanlı / Moğol zulüm imparatorluğunun ikinci Hülagü’sü olup dedesi Bağdat’ta o da Konya, Kayseri ve Sivas’ta yüz binlerce suçsuz günahsız Müslümanı katletmiştir.
İbn-i Bibi adlı acem tarihçiye göre: Mısır Memluklu Sultanı Baybars’ın Anadolu’yu Moğollardan kurtarması büyük günah, Anadolu beyliklerinin bu Müslüman Sultana destek vermeleri büyük hıyanettir. Ancak Adı hunhar yani kan içici olan Moğol hükümdarlar baş tacı, bu kâfir ve müşrik Abaka Hana biat etmeyenler ise haindir.
İbn-i Bibi “Ermenek Türkleri” deyimini kullandığı Karamanoğulları için üç beş yerde “Erminiya” kelimesini kullanmaktadır. Bu kelime Ermenilere ait, Ermeni yurdu gibi manalara gelir ki bununla acem yazar Karamanoğullarına hakaret etmektedir aklı sıra. Nitekim İbn-i Bibi’nin el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye Fil’Umuri’l-Alaiye Selçukname adlı eserin Farsçasını çeviren Prof. Dr. Mürsel Öztürk çevirisinde Ermeniya kelimesini: Ermenistan Vilayeti şeklinde vermiştir. (2/225 Ermen Kaleleri 2/228 – TC Kültür Bakanlığı 1996)
Vakıa Adana bölgesinde kurulan bir Kilikya Ermeni Devleti olup 1080 -1198 arası prenslik ve 1198-1375 arası krallık olan Çukurova bölgesinde bulunan bir devlettir. Bu Ermeni Devletinin başkenti önce Tarsus ardından Kozan olmuştur. 1375’de Memluk Devleti tabii olan Karamanoğulları yardımıyla varlığına son verilmiştir.
Ermeni Kilikya Krallığı’nın 18 namlı kalesi arasında Silifke ve Anamur kaleleri de yer alır. Ancak Ermenek, Mut, Gülnar ve Gazipaşa kaleleri yoktur, çünkü bu kaleler Selçukluların yerleştirdiği Karamanoğulları tarafından ilk dönem alınan kalelerdir. Bu bakımdan Karamanoğullarının o dönemde merkezleri Ermenek ve Karaman olduğundan sınırlarında olan bu krallıkla devamlı mücadele etmişler ve Selçuklu Devletinin bu hususta uç Karakolu mesabesinde olmuşlardır.
Evliya Çelebi: Ermenek’in Ermen krallığından alındığını yazar. (Evliya Çelebi Konya Karaman Mersin Günleri Mükremin Kızılca)
Büyük Türk hekimi Karaman Ermenekli Beşir Çelebi ünlü eseri Mecmuatü’l-fevaid’de sık sık “Ermen Acıyavşanı, Ermen kili, Ermen borku” gibi şifa kaynağı bitkilerden söz eder.
Bütün bunlardan Ermenek civarının da Selçuklu ve Karamanoğullarının fethine kadar Bizans İmparatorluğuna tabi ve özerk Kilikya Ermeni Devleti hükümranlığında bir süre kaldığı bilinen bir olgudur.
12- Mevlana ve Sadreddin-i Konevi Nerede?
İbn-i Bibi, eserinde Hz Mevlana ve Hz Sadreddin Koneviden bir kelime bile söz etmez. Hâlbuki ikisi de onun çağdaşıdır.
Mevlana hazretleri 1273, Konevi hazretleri 1274 yılında Konya’da vefat ettiler. İbn-i Bibi ile 1230’lu yıllardan başlayarak kırk yıla yakın aynı şehrin havasını teneffüs ettiler. Mevlana da mesnevisini farsça yazdı, İbn-i Bibi de Selçuknamesini Farsça yazdı.
İbn-i Bibi bu iki büyük zata bir satır bile ayırmadı çünkü onun göklere çıkardığı bir Abaka hanı vardı. O hunhar, kan içici zalim, bir milyona yakın Müslümanın canına kıydı.
Ne yazıktır ki Mevlana ve Sadreddin-i Konevi hazretleri de Konya’yı egemenliğine alan o zalim hakkında tek kelime edemediler. Bunları bir yere kadar mazur görebiliriz. Ancak İbn-i Bibi Moğol egemenliğine övgüler yağdırıp onların boyunduruğundan Selçuklu Devletini kurtarmak için harekete geçen Karamanoğullarına hakaretler düzmesi asla kabul edilemez ve hoş görülemez.
13- Sayın Erdoğan Merçil’in Görüşü
“Dil bayramlarında ‘Karamanoğlu Mehmet beyin, Türkçenin resmi dil olmasını bir fermanla emredip diğer dilleri yasaklaması’ şeklindeki açıklamalar düzeltilmeli, Mehmet bey tek başına değil Selçuklu saray Divan heyetiyle bu karar alındı” tarzındaki açıklaması konuya bir halel getirmez. Neticede Mehmet Bey divanda alınan kararı açıklamıştır. Bu divan da Mehmet Beyin Konya sarayında yönetime Cimri ile el koyması sırasında kurdukları divandır.
İbn-i Bibi’nin eserindeki ifadesi de zaten şu şekildedir: “Ertesi günü Cimri, şehrin etrafında şaşaa ve debdebeli elbiseler içinde dolaşır, sonra sarayda divan toplanır ve etrafa emirler yazılır. Bu emirlerle bundan sonra Türkçeden başka dil konuşulmayacağı kararı alınıp: bu günden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil konuşmayacak, şeklinde karar alındı. Birkaç güne varmadan amaçlarına ulaşırlar. Mehmet Bey vezirliğe getirilir.”
Divan Konya sarayı divanıdır, Karamanoğlu Mehmet beyin Moğolların egemenliğinden kurtardığı payitaht Konya sarayında ilk tertip ettiği bu divanda alınan Türkçe ferman ve kararını tellallar çıkararak açıklamıştır.
14- Selçuklu devletini Moğol Hâkimiyetinden Kurtarma Girişimleri
Anadolu halkı Selçuklu devlet erkânını başlarında göremeyince Mısır Sultanı Baybars’ı davet ederek devleti Moğollardan kurtarmasını istedi. Baybars Kayseri’ye gelip Selçuklu devletini Moğollardan alıp ehline teslim ederek geri Mısıra payitahtına döndü. 1277
Bundan sonra aynı yıl içinde Mehmet Bey de Konya payitahtına meşru bir şehzade ile el koyarak Moğol hâkimiyetine son verdi. Ne yazıktır ki zalim Moğol devleti Mehmet beyi kırk gün sonra şehit ederek müstemlekesini geri aldı.
Cengiz hanın torunu Hülagü’nün kurduğu Tebriz merkezli İlhanlı Moğol imparatorluğu başta Hülagü ve torunu Abaka Han olmak üzere devirlerinde milyonlarca Müslümanı katlettiler.
Ama zulümle abat olanların sonları yetmiş küsur yılda berbat oldu. 1256’da kurulan kan içici devlet 1338’e kadar sadece 79 yıl dayanabildi. Oysa amacı Allah’ın kelamını yüceltmek olan Osmanlı devleti dünyaya adaletle 624 sene hükümran oldu.
Sonuç
Karamanoğullarının İade-i İtibarı adıyla kaleme aldığım makalelerin yedincisinin ve en uzununun da sonuna geldik.
Bu yazılanlardan amaç; en az Türkiye Selçukluları kadar Anadolu’nun büyük bölümüne hükmeden, yine Anadolu Selçuklularının hükümranlığı kadar Konya tahtında hükümran olan Karamanoğulları Devleti hakkında zihinlerde yanlışlıkla yer eden bulanık imajları silmektir.
Gerek uzak Asya’daki daha eski Türk devletlerini kuran ve gerek Anadolu ve Mısır merkezli: Selçuklu, Karamanoğlu, Memluk, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti devletlerini kuran, sürdüren ve dünyada Türk damgasını ve adaletini hissettiren bütün atalarımızı saygı ve sevgiyle anıyoruz.