Kitap, yazarın diğer bütün kitaplarında açmaya çalıştığı tarih ve kültür üzerine düşündüklerinin bir özeti gibidir.
Tanpınar kendine has tasvirleri ile İstanbul, Bursa, Konya, Erzurum ve Ankara’yı kitabında anlatmıştır.
Yazar millî eğitim müfettişi olarak gezdiği şehirleri ve bulundukları coğrafyalarını, söz konusu şehirlerin eski sahipleri üzerine bir tarih çalışması şeklinde yorumlamıştır.
Yazarın seçtiği şehirlerin önemli bir özelliği de, Türk Devletleri’ne başkentlik yapmış olmasıdır.
1- İSTANBUL
İstanbul büyük mimari eserlerinin olduğu kadar küçük köşelerin, sürpriz peyzajların da şehridir. Hatta iç İstanbul’u onlarda aramalıdır. Büyük eserler ona uzaktan görünen yüzünü verirler; ikinciler ise onu çizgi çizgi işleyerek portrenin içini dolduran, büyük techidin kurduğu çerçeveyi bin türlü psikolojik haliyle yaşanmış hayat izleriyle tamamlanmış eserlerdir. İşte Beyazıt, Süleymaniye, Ayasofya, Sultanahmet, Sultan Selim yahut Yenicami gibi.
Tabiat bir çerçeve, bir sahnedir. Bu hasret, onu kendi aktörlerimizle ve havamızla doldurmamızı mümkün kılar. Fakat bu içki ne kadar lezzetli, tesirleri ne kadar derin olursa olsun, Türk cemiyetinin yeni bir hayatın eşiğinde olduğunu unutturamaz. Bizzat İstanbul’un kendisi de bu hayatın ve kendisine yeni kıymetler yaratacak yeni zamanın peşinde sabırsızlanıyor.
“En iyisi, bırakalım hatıralar içimizde konuşacakları saati kendiliklerinden seçsinler” diyor TANPINAR!
2- BURSA
TANPINAR’ a göre, tarih Bursa’ya damgasını o kadar derin ve kuvvetle basmıştır ki; her yerde kendi ritmi, kendi hususi zevkiyle vardır, her adımda insanın önüne çıkar.
Kâh bir türbe, bir cami, bir mezar taşı, burada eski bir çınar, ötede bir çeşme olur ve geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimle, bütün çizgilerini hasret gideren, geçmiş zamanlardan kalma aydınlığıyla sizi yakalar.
Bursa’da yeşilin manası çok başkadır; o ebediyetin rahmani yüzü, bir mükâfata çok benzeyen bir sükûnun fani bir sacete sinmiş manasıdır. Yeşil türbe, Yeşil cami der demez, ölüm muhayyılerimizdeki çehresini değiştirir. Diyor TANPINAR.
Yazara göre Bursa’nın ayrı bir özelliği vardır. Yazar, bu özelliği şu şekilde dile getirmektedir.
“Gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştanbaşa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tespit etmiştir. Bursa, Türk ruhunun en halis ölçülerine kendiliğinden sahiptir, denebilir.”
3- ANKARA
Ankara inkılâpçı kadroların umutlarını yeşerttiği bir şehirdir. Kitapta anlatılan şehirler içinde yer almasının sebebi yükselen millî birliğin, değişmenin, sembolü olmasındandır. Anadolu’nun kaderinde değişiklik yapan olayların çoğu Ankara etrafında geçmiştir. Ankara civarında yaşanan olayların en önemlisi ve sonuncusu İstiklal Savaşı’dır. İstiklal savaşı; sadece Türk milletinin kendi haklarını yeni baştan kazanmış olduğu savaş değildir. Aynı zamanda, 26 Ağustos sabahı Dumlupınar’da gürleyen toplar, iktisâdi ve siyasi esaret altında yaşayan, bütün şark milletleri için, yeni bir devrin başladığını ilan etmiştir. Onun içindir ki, bundan böyle her zincir kırılışının başında Ankara’nın adı geçecektir.
Eti, Firikya, Lidya, Roma ve Bizans, Selçuk ve Osmanlı devletleri için Ankara, Orta Anadolu’da bir iç kale vazifesi görmüştür. Yıldırım, Timurlenk’le burada karşılaşmıştır. Bizans-Arap mücadelesinin en kanlı safhaları burada geçmiştir. Selçuklu zamanında Bizans’ın Anadolu içine son savleti burada kırılmıştır. Kısacası Ankara’nın, Uzun tarihi şaşırtıcı olaylar ile doludur. Asırlar içinde uğradığı istilalar, üst üste olan yangın ve yağmalar, şehirde geçmiş zamanların çok az eserini bırakmıştır.
Selçuklu devri sanat eserlerinden ve sanat işlerinde onun devamı olan Ahilerden Ankara’da büyük eser kalmadı. Konya ve Sivas, Niğde, Kayseri, Aksaray’da görüp taş işçiliğine hayran olduğumuz o büyük kapılı binalar, sırlı tuğladan alaca kanatlı bir kuş gibi sabah ışıklarında uçan minareler Ankara’da yoktur.
4- ERZURUM
- Hamdi TANPINAR Erzurum’a üç defa, üçünde de ayrı ayrı yollardan gitmiştir. İlk yolculuğunu çocuk denecek bir yaşta ve Balkan Harbinin sonunda yapmıştır. Yıldız dağının dibinde, gecenin dört bir yandan getirip çadırımızın üzerine yığdığı, bin türlü ses ve uğultu arasında ben ( A.H.TANPINAR) hep bu dağın şöyle bir gördüğüm mahmur ve dumanlı başını düşünmüştüm. Erzurum’da bu duygularla tıpkı koyunlarını bütün bir yaz boyunca menzil menzil yemyeşil otlaklarda otlata otlata güz başında şehre getiren Cizre ve Bingöl çobanları gibi girdim, diyor TANPINAR.
- Hamdi TANPINAR, Atatürk’ü ilk defa Erzurum’da görmüş, Atatürk’le tek konuşması Erzurum Lisesinde olmuş. O’na göre Atatürk sakin, kibar, daima dikkatli ve her şeyle alakalıydı. Kendisine söylenenleri son derece rahat bir dinleyiş tarzı vardı. Atatürk her şart içinde varlığını hissettiren bir yapıya sahipti. Bakışında, jestlerinde, ellerinin hareketlerinde, kımıldanışlarında ve yüzünün çizgilerinde bir dinamizim vardı.
- Hamdi TANPINAR Erzurum’da kaldığı müddetçe mahalli diyebileceğimiz musikiyi şahsi bir macera gibi yaşamış. TANPINAR’ın Erzurum’a üçüncü ve son gidişi İkinci Cihan Harbinin son yıllarına denk gelmiştir. Yataklı vagonda yolculuk yapmasına rağmen asıl yolculuğu üçüncü mevkii vagonlarında aramalı diyor.
TANPINAR ona göre üçüncü mevkii vagonlarında yolculuk gerçek hayatı halk arasında aramak gibidir. “Çünkü orada insanlarla en geniş manada temas var.”diyor TANPINAR.
5- KONYA
“Konya bozkırın tam çocuğudur. Onun gibi kendini gizleyen bir güzelliği vardır. Bozkır kendine bir serap çeşnisi vermekten hoşlanır. Konya’ya hangi yoldan girerseniz girin sizi bu serap vehmi karşılar. Çok arızalı bir arazinin arasından ufka daima bir ışık oyunu, bir rüya gibi takılır. Serin gölgeleri ve çeşmeleri susuzluğunuza uzaktan gülen bu rüya, yolun her dirseğinde siline kaybola büyür, genişler ve sonunda kendinizi Selçuk sultanlarının şehrinde bulursunuz.” diyen yazar, kitabında Konya’yı anlatmaya bu çok ilgi çekici bir tasvirle başlamıştır.
- Hamdi TANPINAR’a göre; her tarihi bir kör dövüşü yapan ihtiraslara, kinlere, felaketlere rağmen bir vatan fetheden ve o arada yeni bir milletin, yeni bir dilin doğmasını sağlayan adamlar Konya’da yaşamışlardır. Haçlı seferlerinin ve Bizans saldırılarının her şeyi yıkacak gibi gördüğü felaketli yıllarda Anadolu’nun içinde bir şimşek gibi dolaşan Selçuklu sultanı 1’inci Kılıç Arslan Konya’yı başkent yaptığı günlerde, belki de TANPINAR’ın bulunduğu yerlerde dolaşmış, durmuş düşünmüş ve çetin kararlar vermişti.
Mevlana ile babası Konya’ya 1228 yılında gelirler. Bu Konya civarında Sultan Han’ının yapıldığı yıldır. TANPINAR’a göre Selçuk Rönesans’ı, vakitsiz bastıran kar fırtınaları altında yeşeren bahara benzer. Karatay Medresesi bittiği zaman medresede yapılan toplantıya katılan Mevlana’ya sorarlar:
-Başköşe neresidir?
Bulunduğu yerden kalkıp kapı dibine tercih eden Mevlana cevap verir.
-Aşk adamı için başköşe sevgilisinin kucağıdır.
TANPINAR diyor ki; Mevlana şiirleri yazıldığı devirle beraber düşünülürse batmakta olan bir gemiden yükselen son dua gibidir. Bütün varlık Allah’a doğru giden bu geniş hıçkırıktadır. Onun sesi ümidin ve affın sesiydi gelin o sese hep beraber kulak verelim:
“Gel, gel kim olursan gel, kâfirde olsan, Yahudi veya put peresede olsan da gel dergâhımız ümitsizliğin dergâhı değildir. Yüz defa tövbeni bozmuş olsan yine gel.”
Şerafettin GÜÇ
Konu ile ilgili faydalandığım belli başlı kaynaklar:
- Mehmet Kaplan, Tanpınar’ın Şiir Dünyası, İstanbul 1963, s. 174-179.
- Mehmed Çavuşoğlu, “Beş Şehir’i Okurken”, Dîvanlar Arasında, Ankara 1981, s. 124-129.
- Orhan Okay, “Ölümünün Yirmibeşinci Yılında Ahmed Hamdi Tanpınar”, Sanat ve Edebiyat Yazıları, İstanbul 1990, s. 214-218.
- Halide Edib Adıvar, “Beş Şehir”, Akşam, nr. 10.111, 12 Aralık İstanbul 1946.
- Behçet Kemal Çağlar, “Beş Şehir”, Vatan, 14 Mart İstanbul 1961.
- Tahir Alangu, “Beş Şehir”, Vatan, 4 Nisan İstanbul 1961.
- BEŞ ŞEHİR – TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)