TRT danışmanı, Marmara Hukuk Öğretim üyesi Prof Dr Ekrem Buğra Ekinci bir gazete yazmış olduğu makalede Karamanoğlu Mehmed Bey'e "Dinsiz, sahtekar, cahil, yalancı, dönek, hain" gibi hakaretlerde bulundu.Türkiye gazetesinde 26.10.2020 tarihinde çıkan yazısında yalan yanlış ve kasıtlı hakaretlerde bulundu.Bunun üzerine Ermenek'ten Buğra Ekinciye tepki geldi.Cimere şikayet kampanyası başlatıldı.İşte o iftira dolu yazı;
"DİL BAYRAMI EFSANESİ ve KARAMANOĞLU MEHMED BEY
.
Karamanoğlu Mehmed Bey’in 8 asır evvel Türkçe’yi resmî dil ilan ettiği, yakın tarihte uydurulmuş efsanelerden biridir.
Dünya güzeli Türkçe lisanının dejenerasyonunun başladığı Türk Dil Kurultayı’nın açılışı olan 26 Eylül (1932) tarihi, memleketimizde dil bayramı olarak kutlanır. Karamanlılar bununla iktifa etmez; 13 Mayıs’ta bir dil bayramı daha kutlarlar. Bu gün konuşmalar yapılır; Ermenek’te Karamanoğlu Mehmed Bey’in kabri ziyaret edilir.
Rivayet odur ki, Karamanoğlu Mehmed Bey, 1277 senesinde bugün, “Bugünden sonra hiç kimse Türkçe’den başka dil konuşmayacak” diye bir ferman neşretmiş.
Bu sebeple Karamanoğlu Mehmed Bey’in bir heykeli dikilerek, eline bu söz yazılıp tutuşturulmuştur. Hâdisenin aslı Türk Tarih Kurumu’nun mecmuası Belleten’de Prof. Dr. Erdoğan Merçil tarafından uzun yazıldığı hâlde, kimse bu hatadan vazgeçmemiştir.
Nabza göre şerbet
Efsaneyi Fuad Köprülü uydurmuştur. 1914’te Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı eserinde, Hayrullah Efendi Tarihi’nden alarak, burada hiç ismi geçmediği hâlde, birkaç sayfa sonra Karamanoğlu Mehmed Bey’in Türkçe’yi resmî lisan yaptığını söyler.
O günler, Jön Türklerin, Türkifikasyon politikasının en canlı günleridir. Nabza göre şerbet vermeyi iyi bilen Köprülü, 1930’da neşrettiği Anadolu’da Türk Dilinin Tekâmülü makalesinde kaynak vermeden bunu biraz mübalağa ile tekrarlar. Efsaneyi Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı Anadolu Beylikleri kitabında sürdürür.
Hakikat sandım masalı
Hâdiseyi hakikat kabul eden Prof. Dr. Erol Güngör, Tarihte Türkler adlı eserinde; bunun hiçbir tahsili ve kültürü olmayan Karamanoğlu Mehmed Bey’in milliyet şuurunun kuvvetinden değil; devlet idaresinde bulunan okumuş tabakanın tesirini kaldırmak olduğunu söyler. Selçuklu mütehassısı Prof. Dr. Osman Turan da Selçuklular Tarihi’nde hâdiseyi değil de, Karamanoğlu’nun gayesini sorgular.
Şahabeddin Tekindağ’ın İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı Karamanlılar maddesinde, karardan bahsedilir; ama Karamanoğlu ismi geçmez. Linguist Prof. Dr. Faruk Timurtaş, hatta Selçuklu mütehassısı Faruk Sümer ve İbrahim Kafesoğlu da -milliyetçilik saikiyle olsa gerek- bu rivayeti sorgulamadan sahiplenmiştir.
Sahte kahraman
1243’te Kösedağ mağlubiyetinin ardından Moğollar, Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev’i İran’a götürmüştü. Bundan istifade eden Larende (Karaman) Beyi Karamanoğlu Mehmed, etrafına topladığı 10 bin kadar köylü ile Konya’yı işgal etti. İki evvelki Sultan II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu olduğu iddia edilen Mesut adında bir düzenbazı, Siyavuş adıyla tahta oturttu. Halkın ve resmî tarihçilerin Cimri diye andığı Siyavuş’un veziri oldu. Bir yandan da adamlarına etraf kasaba ve köyleri yağmalattı.
Vezir Sahib Ata’nın oğulları, hayatları pahasına bunlarla uğraştılar; ama baş edemediler. Bu sırada memlekete dönen Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev, Moğollardan yardım istedi… Moğollar, Cimri ve Karamanoğlu’nun üzerine yürüdü. İkisi de kaçtılar.
O devrin tarihçisi İbn Bibi’nin, dedesini Larende’ye kömür çeken bir köylü olarak tanıttığı, zamanın şartlarından istifade ederek, memlekete ve millete çok zararlar vermiş sahte kahraman Karamanoğlu, bir yerde pusuya düşürülüp öldürüldü. Cimri de ertesi sene yakalanıp idam edildi.
Cimri diye bir harami
Selçuklu devrini idrak eden tarihçilerden Aksarayî, 1323’te kaleme aldığı Müsâmere adlı eserinde şöyle anlatır: “Cimri taraftarları, Konya’da saltanat sarayının bütün mal ve hazinesini yağmaladılar. Selçuklu Devleti’nin bu eski başşehri şimdi de onun saltanatına boyun eğdi. Alçak bir şeytan, Süleyman Tahtı’na oturdu. Adına hutbe okundu ve para kesildi. Beraberindeki çapulcular her tarafta talana ve yağmacılığa koyuldular.”
Farsça Selçuknâme’de ise şöyle anlatılır: “Ansızın bir şahıs (Cimri) ortaya çıkarak ben İzzeddin Keykavus’un oğlu Mesud’um dedi. Köylülerden 10 bin kişi toplayıp Konya’nın üstüne yürüdü. Kale kapılarım ateşe verdiler, şehri ele geçirdiler. O şahıs tahta oturdu, adına hutbe okuttular. Karamanoğlu’nu kendine vezir edindi.”
Karamanoğulları’na ait Şikârî Tarihi’de, “Sultan Alâaddin, Cimri namında bir haramiyi hapseylemişti. Karamanoğlu bunu hapisten çıkarıp, Konya’ya hâkim eyledi” diyor. Bunların hiç birinde Türkçe hâdisesinden bahis yoktur. Peki nereden çıkıyor bu rivayet?
Şehirde çağırttılar
İbn Bibi 1281’de kaleme aldığı el-Evâmirü’l-Alâiyye’de der ki: “Cimri’yi şehre getirdiler, devlethanede sultanların makamına oturttular. Ertesi gün büyük bir ihtişam ve debdebe içinde kalabalık maiyetiyle ata bindirip şehrin etrafında gezdirdiler. Dönünce divan kurdular. Her tarafa, ileri gelenleri çağırmak için fermanlar çıkardılar. Şehirde çağırttılar ki, şimden girü hiç kimesne kapuda ve divânda ve mecâlis ve seyrânda Türkî dilinden gayri dil söylemeyeler. Birkaç gün sonra vezirlik Karamanoğlu Mehmed Bey’e verildi.”
Görülüyor ki, bu karar, divanda alınmış; Karamanoğlu birkaç gün sonra vezir olmuştur. İbn Bibi’nin Yazıcızade tercümesinde “ferman” yok; “çağırtmak” yani ilan var. Selçuklularda, resmî yazışmalar Farsça yürütülürdü. Bunun sebebi, hem Farsça’nın zenginliği, hem de emniyet idi. Osmanlılarda da bazı maliye kayıtları gizlilik endişesiyle Farsça tutulmuştur. Orta Çağ’da üstelik çeşitli lisanlar konuşan halka sahip bir devletin, resmî lisan ilan etmesi kadar manasız bir şey olamaz. Resmî lisan furyası, son asırların mahsulüdür.
Türkçe Konuş Vatandaş!
Netice itibarıyla, “Türkçe konuş!” emri, bir ferman değil; karardır. Ferman olsa bile, Karamanoğlu’na ait değildir. Çünki vezir, ferman çıkaramaz. Fermanı hükümdar çıkarır. Kaldı ki bu karar, birkaç gün ya tatbik edilmiş ya edilmemiş; daha onun zamanında eski hâle dönülmüştür. Çünki Cimri-Karamanoğlu komedyası 37 gün sürmüştür. Bu işin bir kıymeti varsa, o da Karamanoğlu’na değil, Cimri’ye aittir.
İbn Bibi birkaç satır sonra, Mehmed Bey’in “defterleri dahi Türkçe yazalar” tamiminden bahsederek der ki: “Türkçe’yi o zamanlar Arap harfleriyle yazmak âdet olmamıştı. Zira Türkçe’nin kayda geçirilmesi kolay değildi. Her kâtip, kendi anladığı şekilde yazıyordu. Bu sebeple çaresiz kalıp Farsça ve Arapça yazarlardı.”
Ancak bu ne Türkçülükten, ne de Türkçe gayretinden idi. Bilakis idareye hâkim olamama sıkıntısından kaynaklanıyordu. Yani Farsça bilmeyen darbeciler, işgal ettikleri Selçuklu merkezinde, herhangi bir katakulliye gelmek istemiyordu.
Ne Cimri, ne de Mehmed Bey Türkçe’den başka dil biliyordu. Arapça ve Farsça’nın yaygın olarak kullanıldığı Konya’da acze düştüler. Etraflarında olup biteni anlayamadıkları için “Vatandaş Türkçe konuş!” kabilinden bir yasak getirdiler.
Cahil ve gaddar
Evet, Karamanoğulları, Osmanlılarla pek iyi münasebet içinde olmamışecnebilerle ittifak yapmaktan çekinmemiştir. Karamanoğlu Mehmet Bey, Osman Gazi’nin sonuna kadar tazimde bulunduğu Selçuklu sarayı ile irtibatını hemen kesmiştir. Gerçi bunlar, neticede hatasıyla sevabıyla tarihteki yerini almış bir Türk beyliğini serapa kötülemek için kâfi sebep değildir.
Ama kroniklere göre cahil ve gaddar bir Türkmen beyi olmaktan öte vasfı bulunmayan Karamanoğlu’nu yabancılaşmış Selçuklu saray çevresine meydan okuyan biri olarak lanse etmek doğru değildir. Hele “Türkçe hassasiyeti”nden bahsedip, “Türkçe’nin kaderini değiştiren kahraman” sıfatıyla “Türk Büyükleri” arasında hürmetle anmak, her yere heykelini dikip, adını üniversitelere, parklara, camilere vermek, namına millî piyesler yazmak, ancak bizde rastlanabilecek trajikomik bir hadisedir.
Jön Türklerin, Türkçe’den başka lisanları yasaklamak politikasında, kendilerine bir öncü arayıp bu efsaneye sarıldığı anlaşılıyor. Hâlbuki, Türkçe’ye ve Türk kültürüne sahip çıkıp himaye eden, onu ordu, ilim ve bürokrasi lisanı hâline getiren Osmanlılar olmuştur.