ERÇEV Genel Kurulu’na doğru

Geçtiğimiz hafta Münih’in caddelerinde gezerken gördüğüm bir tabela ilgimi çekti. Üzerinde, mealen ‘Trabzonlular Kültür ve Dayanışma Derneği’ benzeri bir şeyler yazıyordu. Tabelaya bakarken aklıma bu ay sonu ERÇEV’in (Ermenek ve Çevresi Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı) genel kurulunun yapılacağı geldi. Gerçi bu genel kurul, benim İstanbul’da olamamam nedeni ile tatsız tussuz geçecek 🙂 ama, bazı arkadaşların da eminim, ‘ohhh ohhh, şimdi gelip abuk sabuk önerilerde bulunup, pişmiş aşa su katmaya çalışıp başımızı şişiremeyecek’ diyeceklerinden de eminim. Bu arkadaşların mutluluklarının kursaklarında kalmasını sağlamak için, dayanamayıp uzaktan gazel okumaya karar verdim. Ayrıca oraya giderek söylediklerimin ve önerilerimin de fazla bir kıymet-i harbiyesi olmuyordu. Çoğunlukla kendim çalıp oynuyordum. Belki bu şekilde daha etkili olabilirim. 🙂

Büyük şehirlerde ki hemşeri (TDK’ya göre hemşehri) dernek ve vakıfları hepimizin sıkça karşılaştığı bir olgu.

 

Bu tür yapıları genellikle, küçük yerleşim alanlarından büyük şehirlere göç edenlerin kurdukları bir gerçek. Gerekçesini de, geldikleri yeni ve büyük şehirlerdeki kültürlere ve yaşama yabancı kalmaları ve buralarda kendilerini yabancı hissedip ortama uyumda zorlandıkları için, kendi kültür, yaşam tarzı ve anılarını yaşatma çabası olarak özetleyebiliriz. Bu durum bence çok doğru bir yaklaşım olmamakla beraber sık karşılaştığımız bir olgu. Bana göre insan farklı kültürlerle zenginleşebilir. Ne var ki bu bakış açısı pek çoğumuzun becerebildiği ya da yapmak istediği bir şey değil. Bu koruma ve korunma çabası da ister istemez benzerlerin bir arada yaşama çabasına neden oluyor. Sonuç olarak da benzerler, yani hemşeriler bir araya gelip bir arada yaşamaya ve örgütlenmeye çalışıyor.

Bu kurumlarda, hemşerilerimiz bir taraftan kendi ihtiyaçlarını giderirken diğer taraftan da doğup büyüdüğü topraklar için bir şey yapma çabaları da elbette takdir edilecek bir yan. Ne var ki bu çabanın verimliliği ve sonuçları  tartışmaya açık.

Bu tür yapıların sadece hemşerilik mantığı ile uzun süreli yaşam olanaklarının mümkün olmayacağını düşünüyorum. Göç durduğunda ya da azaldığında, ikinci, üçüncü kuşaklar artık kentli olup ailelerinin göç ettiği topraklarla bağlantılarını kopardıklarında bu yapılara ilgi ve destekleri yok olacak.

Bunun için ERÇEV genel kurullarında her yıl sürekli şikayet konusu olan ‘gençler niye vakıf çalışmalarına katılmıyor?’ sorusuna cevap aramamız gerekiyor.

İstanbul’da ERÇEV, Konya’da KONER (Konya Ermenek’liler Kültür Sanat ve Sos.Yrd.Derneği), Ankara’da ERMENEKDAR (Ankara Ermenek’liler Kültür ve Yard. Derneği) gibi Ermenek’ten göçüp gelenlerin oluşturdukları kurumlar, çocukluklarını ve ilk gençliklerini memleketlerinde geçirmiş, daha sonra ya ekonomik ya da sosyal açıdan kaplarına sığamayıp, büyük kentlere taşınıp, buralarda da özellikle emekli olduktan sonra zaman geçirmekte zorlanan hemşerilerin oluşturduğu yapılar. Bu amaç doğrultusunda da ister istemez bu kuşağın ihtiyaçlarına göre şekilleniyorlar. Gençler, hele bu kadar hızlı değişen ve (moda deyimle) globalleşen dünyada bu yapılarda kendilerine ait ne bulacaklar? Buralarda prafa ya da okey mi oynayacaklar, ya da evde zaten anne ve babalarından yıllardır duydukları anıların benzerlerini mi dinlemeye gelecekler?

Biz bunca emek vererek oluşturduğumuz bu yapıların geleceğe bir mirasımız (miras her zaman mal mülkle olmaz, hatta bu türü çok daha değerlidir) olmasını istiyorsak bu soruya cevap aramak zorundayız.

Lafı daha da uzatmadan önerilerime geçeyim:
Bu kurumlarımızda profesyonel yönetimin olmayışı başlıca bir sorun. Gönüllülük esasına göre belirlenen yürütme anlayışı, ya emekli olan arkadaşların ya da çalışıyorsa da, ayırabildikleri boş zamanlarında ilgilenebildikleri bu yapıların icraatlarını amatörlük düzeyinden kurtaramıyor. Elbette bu sorunu ekonomik gerekçeler yaratıyor. Ama en azından (biraz daha fazla fedakarlık ve tasarrufla) bir profesyonel ‘genel yönetici’ sağlayarak sorun az da olsa aşılabilir.

Sorunların ve katkıların sadece parasal, maddi boyutlar olarak ele alınması bir başka sıkıntı. Öğrenci bursları ve okulların ihtiyaçlarını karşılamak gibi çabalar elbette takdire şayan. Ne var ki, örneğin Ermenek gibi bir yer için temel ihtiyaç paradan daha çok ‘VİZYON’ olarak karşımıza çıkıyor. Yaşanılan büyük şehirlerdeki görgü ve bilginin aktarılma çabası bence çok daha anlamlı ve yararlı bir sonuç doğuracaktır.

Çok önemli bir sorun da bence maddi katkıların, özellikle öğrenci burslarının verimli ve uzun vadeli planlanmaması. Verilen bursların karşılıksız olması ve burs kaynaklarının giderek azalıyor olması bu çabanın devamlılığını imkansız hale getiriyor. Burslar, öğrencilerin mezun olduktan sonra çalışmaya başlamaları durumunda geri ödemeliler, bu şekilde bursların devamlılığı sağlanabilir.
Ayrıca bursların dağıtımında seçicilikteki kriterlerimiz ve sadece dağıtılan öğrenci sayısının dikkate alınması bir başka sorun.

Bizim eğitim sistemimizin en temel yanlışı olan ‘önemli olan diploma’ anlayışı, bu yaklaşımla desteklenmiş oluyor. Ermenek’te daha yeni karşılaştığım bir durum gibi, 4 yıllık Adalet Yüksek Okulunu bitirmiş ama memlekette günlük inşaat işlerine giden kişiler yetişmesine neden oluyoruz ne yazık ki. Bu konuda seçici olmamız elbette zor ama çok önemli. Ermenek’te geçen dönem (Uğur Başkan döneminde) kurmaya çalıştığımız ‘Ermenek Bilim ve Kültür Merkezi’ çabası bu temel eğitim sorununun (az da olsa) çözümünü amaçlıyordu. Çocuk ve gençlerimizin yetenek ve ilgilerini belirleyerek o alanlara yönlenmelerini sağlamak, yani marangoz olması gerekeni iyi bir marangoz, hemşire olması gerekeni iyi bir hemşire, astronot olması gerekeni de iyi bir astronot yapmaktı hedefimiz. Bu dönem belediye yönetiminin ne yazık ki böyle bir vizyon ve çabası yok. Belki çok da yararı olmayacak bazı bursların yerine maddi olanaklarımızın bir kısmını bu alana ayırsak daha iyi olmaz mı sizce?

Ayrıca burs verdiğimiz gençlerimizin sadece paraya ihtiyacı olduğunu düşünmemiz ayrı bir yanılgımız. Gençlerimize yaşadığımız şehirlerde ikinci bir aile sağlasak da hafta sonları genç arkadaşlarımızı o ailenin evinde konuk etsek, dertlerini dinleyip onları paylaşmaya çalışsak, banka hesaplarına yatırdığımız birkaç yüz liradan daha yararlı olmaz mı?

‘Hesabına parayı yatır ve görevini yapmış ol’ yaklaşımı da ayrı bir sorun. Bu konuda Ankara Derneği’nin güzel bir uygulamasını bütün derneklerimizin örnek alması gerekiyor. Bursu alacak öğrenci mutlaka merkeze gelmeli hatta bir konuda sorumluluk alıp (kendi mesleği ile ilgili, Ermenek ile ilgili ya da güncel bir ülke sorunu ile ilgili bir çalışma hazırlayıp) görevini yaparak gelip ve bu çalışmanın sunumunu yapabilirler. Gençlerimiz böylece hem birbirleri ile kaynaşıp iletişimlerini geliştirir ve birbirlerini beslerler hem de dernekteki yaşlı delikanlılara 🙂 kendi taze bilgilerini sunup tartışmaya açabilirler.

Benzer önerileri çoğaltmamız mümkün. Ama benim yazı alanım ne yazık ki sınırlı. Sizlerin de bu konu üzerine düşünerek birlikte daha güzel ve kalıcı kurumlar oluşturabileceğimize inanıyorum. Benzer önerileri ben geçmişte ERÇEV Genel Kurul’larında yapmıştım. Umarım bu önerilerim biraz daha dikkate alınır ve sizlerin de katkıları ile üzerinde tartışılır.

Haftaya kadar sağlıcakla kalın.

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler

author

Emma Hayes

There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.

instagram