Taşeli Bölgesinin ortalarındaki Ermenek’in; Karaman Türkmenlerine vatan,bir süre Karamanoğullarına başkent, sonra da İçel sancağına merkez olması ve ülkede yayılan tasavvufî teşekküllere aradığı ortamı sunması, önemli bir siyaset, kültür ve sanat şehrine dönüşmesine yol açmıştır. Karamanoğlu Halil Bey’in 1334’te şehirde yaptırdığı Zâviye ve diğer eserler bunu doğrulamaktadır. Araştırmada, Mevlevîlerin ibadet ve sosyal mekânları; tekke/zâviye/ mevlevîhânelerin devlet eliyle Ermenek’te de desteklendiğini gösteren 1205/1791tarihli bir belge sunulmuştur. “Halil Bey Zâviyesi/Tekkesi” denilmesi yüzünden ismi, inşa tarihi, yeri vb. hususlarda karışıklıklara yol açıp XVI. yy’ın sonlarına doğru Mevlevîhâne adıyla anılmaya başlayan mekânın; beratın ifadesiyle “Ermenek Mevlevîhâne/Tekkesi” olduğu kesinleşmiştir. Şeyhi Seyyid Ali Dede’nin oğlu Mehmed Kadrî Dede’nin; Ermenek Şeyhîzade diye şöhretlenip 33 yıl İstanbul-Beşiktaş Mevlevîhânesi postnişinliği yapması, sıkça dergâha gelen Sultan II. Mahmud’la sohbet etmesi ve önemli bir ney virtüözünün yetişmesindeki katkısı, Mevlevîhâne’nin mevkiini göstermektedir.
Taşbaşı Mahallesine dâhil oluş seyri tespit edilen Ermenek Mevlevîhânesi’nin, son şeyhi Hüsameddin Dede’nin yakınındaki evi ile etrafındaki meskenlerin bitişik ve örtme/tünellerle irtibatlı, külliye gibi avluya açılıp Pirpınarı Mescidiyle müştemilat tarzında kompleks oluşturması, yüzey araştırmalarıyla ilk defa işlenmiştir. Fonksiyonu azalınca
semâhânesi Tekke Mescidi’ne çevrilip 1923’te imamlığına atanan Hüsameddin Dede’nin torunlarının verdiği malûmatla, ilgili hususlar teyit edilmiştir. Mescidin yerine 1994’te yapılan Tekke Camii’nin kapılarının üstüne; beratlı Ermenek Mevlevîhânesi’nin kısmî adı ve onarım kitabesi bırakılmıştır.
1989’da Karaman’a bağlanan Ermenek’in, Antalya ile Mersin körfezleri arasındaki dağlık yarımadanın/Taşeli Platosunun hemen hemen ortasında yer alması; tarihin her döneminde bölgenin en eski/önemli merkezlerinden birisi olması sonucunu da doğurmuştur. Türkiye Selçukluları Sultanı I. Alaeddin Keykubâd’ın (1220-1237) 1228'lerde Karamanoğlu Türkmenlerini Ermenek’e iskân etmesiyle de Türk tarihinde âdeta bir devir açılmıştır (Tekindağ 1997: VI/316, 328; Başkan 2018: I/185-196). Öbür taraftan XII. yy’dan itibaren yönetici kesimin, farklı ülkelerden akın eden şeyhlere ve dervişlere her türlü desteği verip
dine, devlete, millete, dua ve hizmet etmeleriyle Selçuklu Türkiye’sinin Türk- İslâm beldesi haline gelmesini sağlama çabaları, hızla yayılan tasavvufî teşekküllerin ve Mevlâna’nın vefatından sonra örgütlenen Mevlevîliğin (Üremiş1996: 50-58, 87-96) Ermenek havzasında da yayılmasının yolunu açmıştır. Bu
çerçevede Karamanoğullarına (1256-1474) ilk başkentlik, Osmanlı idaresine girmesinden sonra ise zaman zaman İçel Sancağının merkezliğini yapması, nihayetinde kaza haline gelse dahi tasavvufî yönden de mühim bir kültür ve sanat şehri olmasında etkili olmuştur. Nitekim Çelik’in işaret ettiği gibi tahrir ve evkaf
defterlerine göre 1500-1584 arasında sancaktaki zaviyeden çoğu, önemli bir kısmı Karamanoğulları dönemine ait olmak üzere Ermenek kazasında olup merkezdekilerin sayısı 9-15 arasındadır (1994: 233-234). Gök de aynı tarihlerde, evkaf defterlerinden 8; köylerinde ise 17 zaviye bulunduğunu tespit etmiştir .
İlk devirlerden itibaren Mevlevî büyüklerinin maharetle diğer beyliklerin de himaye ve desteğini kazanıp1 Anadolu’nun her yanında kurumsallaşmayı başarması, Mevlevîlere dolayısıyla Mevleviyye’ye (Mevlevî tarikatına) mahsus Tekkelere verilen ad diye özetlenebilecek Mevlevîhânelerin (zâviye/âsitâne)
yaygınlaşmasını hızlandırmıştır. Karamanoğullarının 1310-1320 arasında Mevlâna’nın annesinin ve yakınlarının defnolunduğu Karaman Mevlevî Zâviye (Mevlevîhâne)si’ni tesisi (Tanrıkorur 2004: XXIX/469, 471); 1333-1340’larda beyliğin önemli merkezi Ermenek’te bir zâviye inşası, bu coğrafyada rağbet
edildiğinin yanı sıra yöneticilerinin, onların nüfuzlarından yararlanma arzusunun delili (Özkan 2008: II/515) olarak da görülebilir. İşte Karamanoğlu Halil Bey’in tarafından yaptırılması münasebetiyle adıyla da anılan Ermenek Mevlevîhânesi, ilgili berat (Berat: 1), ismi, inşa tarihi, yeri vb. hususlar, tebliğin konusunu
oluşturmuştur. Mekânın tesisiyle ilgili Çelik’in, “734/1333-1334 yılında inşa edilen Altunbaş Zâviyesi ile Halil Bey veled-i Karaman Zâviyesi Ermenek şehrindedir” (1994: 233) kaydı hatta Gök’ün, Altunbaş Zâviyesi’nin vakfiyesindeki şevval 734/haziran 1334 şerh notu (2006: 143); Özkan’ın -Eser-Küçükdağ’a atfen-, Karamanoğlu Halil Bey’in hüküm sürdüğü 1333-1340 tarihini daha da vuzuha kavuşturmaktadır.
Belki de yapımına babası veya kardeşleri döneminde başlanılmış olup başa geçtiği
yıl/larda tamamlanmıştır. 1334’lerde hizmete giren; 1584 tarihli tahrirde geçen “ber-mûceb-i hüccet-i şer‘iyye Mevlevîhâne ile ma‘rûfdur” ifadesine göre Şer‘î hüccet gereği Mevlevîhâne olarak bilinen (Gök 2006: 141), bazı arşiv belgelerinde deKaramanoğlu Halil Bey Tekyesi” diye kaydedilen 1671’de şehre gelen Evliya
Çelebi tarafından “…, bir Mevlevîhâne, …” şeklinde yalnız vasfı ve sayısı belirtilen (1985: IX/31), 1205/1791 tarihli berattaki tabiriyle “Ermenek Mevlevîhâne Tekyesi”nden, bugün kısmî adı haricinde bir iz kalmadığı için araştırmacılar, yeri hususunda da yanılgıya düşmüşlerdir. Hele İ.H. Konyalı’nın (1967: 677, 711-712)
burayı “Karamanoğlu Halil Bey Zâviyesi” isminden dolayı Halil Bey’in yaptırdığı ve şehrin şu anki merkez/Sipas Camii’nin yanında göstermesi; Gök’ün (2006: 73, 100, 141) ve Eser’in (2012: 221, 223) de aynı hataya düşmelerine yol açmış; ikincisi daha sonra yanlışını düzeltmiştir (Eser-Küçükdağ: 2013: 305 nu.3). Oysa Çelik’in ve Gök’ün gösterdikleri belgelerde “… der nefsi Ermenek” diye sadece şehrin adı belirtilmekte olup yeri zikredilmemektedir. Nitekim Eser-Küçükdağ, bânîleri aynı olan Mevlevîhâne ile Sipas Camii’nde görev yapan şeyh ve mütevellilerin birkaçının XVIII. yy’da ikisinde de hatiplik, vaizlik, cüzhanlık, mütevellilik gibi vazifelere sahip bulunmalarının da yanılgıya katkı sağladığına işaret edip iki ayrı hurufat kaydıyla bir arzuhalden, Değirmenlik Mahallesinde olduğunu gerçeğe yakın şekilde tespit etmişlerdir (2013: 305-306).Esasen karışıklığı, tabiatıyla şehri çok iyi bilmeyen araştırmacılar kadar ülkemizin her tarafında yapılan isim değişiklikleri de artırmıştır. Nitekim Bardakçı; “Taşbaşı Mahallesinde Gaziler mevkiinde olan mescit, Ermenek Tapu Dairesi vakıf tapu defterinin 80. sayfasında 39 nu.da kayıtlıdır. Buna göre 158 m2lik bir alan üzerindeki mescit 9×10 m. boyutlarındadır. Bitişiğinde eskiden mevcut olan Ermenek Mevlevîhânesi’nden bugün en küçük bir parça kalmamıştır; sadece boş olan yeri ve yapı taşlarından bir kısmı mevcuttur. Aslında Mevlevîhâne’nin bir parçası olan Tekke Mescidi, bugünkü Aşağı Çarşı esnafı ile
çevresindeki bir kısım hane halkının ibadetgâhı olarak tam kadro imamı ile hizmettedir. Güzel bir sülüs ile yazılmış dört satırlık kitabesi tam olarak okunamamakla birlikte R.1229 (M.1814)’da bir tamir görmüş olduğu anlaşılmaktadır (Resim: 1). Tekke ve Zâviyelerin kaldırılmasından önce çevresi ile beraber Mevlevîhâne, Tekke ve medrese olarak bir bütün teşkil eden yerde bugün sadece bu küçük mescit kalmıştır.” (1976: 147-148). Yazarın kendisinin de buralı olup materyal toplama esnasında yaşlıları, sözel rivayetleri vb. değerlendirdiği ve eserin iç kapağında baskının neden 1970-1972’lerde gerçekleştirilemediği izahı
dikkate alınırsa 150 yıl öncelere uzanan çok önemli bir tarihî bilgi aktarımı ortaya çıkar. Zaten Karpuz da “yerel araştırmalara göre Mevlevîhâne’nin 1925’ten sonra müştemilatı yıkılmış sadece çeşme ile mescit-semahanesi ve H.1229, M.1813 tarihli onarım kitabesi bırakılmıştı. Tekke Mescidi olarak anılan bu yapının yerine 1990[1994]’larda (Resim: 2) büyük kubbeli bir cami yapılmasıyla Ermenek Mevlevîhânesi tarihe karışmıştır.” (2009: 517-518) ifadeleriyle Bardakçı’yı ve meselenin özünü özetlemiştir. Oysaki Mevlevîhâne’nin, Halil Bey Zâviyesi adıyla da anılması sebebiyle bu mıntıka, daha önce Zâviye Mahallesi diye zikredilirken zamanla şehir merkezinin aşağı kayıp hızla büyümesi üzerine Bağarası Mahallesiyle de karışıp Taşbaşı diye adlandırılır olmuştur (Eser 2012: 10, 139). Bu arada Zaviye/Taşbaşı Mahallesinin (Çulhacı 2012: 16, 18-19, 46, 56; Kızılca t.y.: 17-20) sınırları, yapılaşmanın etkisi ve kuzey güney istikametinde akan dere yatağının da değişmesiyle 50-60 m. doğuya doğru genişleyince Mevlevîhâne,
tabiatıyla Değirmenlik Mahallesinden çıkıp Taşbaşı hudutları içerisine girmiştir. Tabiatıyla bu durumu bilemeyen/fark edemeyen bazı araştırmacılar da dergâhı Değirmenlik’te aramışlardır.Yine beş altı yüz metre yakınında Taşbaşı medresesi varken (Eser 2012: 217; Bardakçı 1976: 163) ve buradan/şehirden din, edebiyat, hat, musıkî vb. saha/larda mütehassıs; “ilim ehli” birinin dervişâna ya da tâliplere bildiklerini öğretmek veya Mesnevî Şerif okutma müderrisliği şartıyla atanmış olması yanı sıra bu merkezlerin çok yönlü faaliyetleri ile birer etkin yaygın eğitim öğretim müesseseleri3/irfan ocağı kapsamında değerlendirilmesi daha mâkul iken Eser- Küçükdağ’ın, “Normalde Mevlevîhâneler, Mevlevî dervişlerinin ikamet ettikleri yerlerdi.” “Normalde” imalı ifadeleriyle neyi kastettiği ve otel edalı yaklaşımları bir yana bırakılacak olursa; “Ermenek Mevlevîhânesi’nde de bir medrese mevcut idi. Buraya ‘şart-ı tedrîs’ ile bir müderris, mütevelli veya şeyh olarak atanıyordu.” iddialarının (2013: 307) da havada kaldığı söylenebilir.4 Nitekim günümüzde de
cami görevlilerinin isteyenlere bazı eğitimleri vermek zorunda olduğu bilinmektedir. Söz konusu zâviyenin civarında yaptığımız yüzey araştırmalarında da5 Mevlevîhâne -ile aradaki dere yüzünden 60-70 m. mesafede bulunup muhtemelen etrafındaki mekânlarla da irtibatlı- külliyesinin eklentisini teşkil eden son şeyhi Hüsameddin Dede’ye (Ünver 1964: 33) ait -süsleme ve mimarî bakımdan önemli
ve korunması gerekli eski eser olduğu yani kadr u kıymeti fark edilemeyip el değiştirmiş ve- Şeyh evi/konağı da alan şahıs tarafından ciddî bir tadilata maruz bırakıldığı için aslî hüviyetinden önemli ölçüde uzaklaşmıştır.6 Yine Şeyh evinin çerisinden inilip yolu sokağı görmeden örtme (bir nevi tünel) bağlantısından
geçilerek de ulaşılabilen Pirpınarı (Pirağalar/Pirlimari) Mescidi’nin, son Yenilemesinin 1340/1921-1922’de yapıldığı, kitabesinin 2. satırında ise “Gâzizâde Molla Ahmed ikinci kez tamir eyledi”7 kaydı bulunmaktadır (Resim: 3-4) ;Bardakçı 1976: 149) ki bu, adı geçen şahsın; babasının dedesi olma ihtimali
açısından önemlidir. Şeyh evi ve Pirpınarı Mescidi ile ilgili şimdiye kadar ilk kez yapılan bu tespitler ekseninde saha uzmanlarından Tuncer’in (1996: 265), “Mevlevîhânelerin mescit veya camilerinin çevrelerinde aranması gerektiği” uyarısı da konuya açıklık getirmektedir. Nitekim Eser’in (2012: 111); “yaptıranı ve yapım tarihi belli olmayan Tekke Mescidi, XIX. yy’ın ikinci yarısında yaptırılmış olmalıdır.” sözleri, kuvvetle muhtemel Mevlevîhâne’ye ait olan mescid-semâhânenin yıkılıp Caminin yapımı esnasında giriş kapıları üzerine yerleştirilen 1229/1813/4 tarihli tamir kitabesi ile alanın metotlarından haberdar olmadığı şeklinde yorumlanabilir. Ancak “Mescide ait tespit edilen 13 Şaban 1341/31 Mart 1923 tarihli tek kayda göre,
imam olan Mustafa’nın8 ölmesiyle imamlığın, tevcih heyetinin kararıyla Hüsameddin’e verildiği görülmektedir.” malûmatı9 dikkat çekicidir. Zira bu durumda Ermenek Mevlevîhânesi’nin artık işlevini yitirdiği,10 son şeyhi Hüsameddin Dede’nin; Tekke ve Zâviyelerin kapatılmasına giden süreçte Tekke Mescidi imamlığına atandığı (1935’te Hakk’a yürüyünce de Musalla Mezarlığı’na
defnedildiği) anlaşılmaktadır. XX. yy’ın ilk çeyreğinden itibaren etkisinin her geçen gün azalması ve yeni bir
döneme uzanan gelişmeler üzerine yapılan Şeyhi’nin bu tayini ile yıllarca dikkat çekmediği için günümüze ulaşamamasına bakılarak Tekke Mescidi yanında Mevlevîhâne” statüsündeki bu müessesenin fonksiyonu eksik değerlendirilmemelidir. Zira Ermenek kazasını, tüm yönleriyle ortaya koymaya çalışan Çelik, Gök, Eser, Çulhacı gibi bilim insanlarının yaptığı çalışmalardan çıkan sonuç; şehrin merkezinde ve köylerinde özel/tüzel kişi/mahallelerin isimlerine varıncaya kadar hatırı sayılır bir dinî-tasavvufî etki/ortam/yapılanma
söz konusudur.11 Nitekim Eser’in, Karamanoğlu Halil Bey Zâviyesi Görevlileri başlığı altındaki atama kayıtları tablosunda; M. 1518’den 1827’ye kadar şeyh, zâviyedar, mütevelli ile bir nâzır, bir de müderristen oluşan pek çok isme rastlanmaktadır. 1782’den itibaren meşîhat makamında gözüken Seyyid Ali’nin,
1767’de şehirdeki Hacı Alâeddin; 1769’da Hacı Abdullah Zâviyesinde zâviyedar ve mütevelli; 1772’de bir camide aşırhanlık; 1774’ten itibaren de bir mescitte imam ve mütevelli; 1786’da Şeyh olduğu halde bir mescitte imam-hatip ve mütevellilik gibi pek çok görev yaptığı (2012: 223-226, 231-232, 95, 147, 123) ve kazadaki nüfuzu rahatlıkla anlaşılmaktadır. İşte beratta da karşımıza çıkan Seyyid Ali Dede nedense son vakitlerinde İstanbul’a gitmiş ve hâliyle bahsedilen görevlerin çoğu, 1827’de bile -kaybettiği beratın yenilenmesinden- Şeyhliğini de koruduğu anlaşılan oğlu Seyyid Abdülkadir’e intikal etmiştir. Tabiatıyla bu arada “1800’de Ermenâk şeyhi, evini tamir ettirmek için arzıhal vermiş, padişah (III. Selim: 1789-1807) tarafından atiyei hümâyûna nâil olmuş” (Gölpınarlı 1983: 259) bilgisi de önemlidir. -Ermenek Şeyhîzâde olarak tanınıp Mevlevîlik tarihinde çok önemli yeri bulunan Beşiktaş Mevlevîhânesinin on üçüncü postnişini olan ve otuz üç yıla yakın (1819-1851) meşihat makamında oturan Mehmed Kadrî Dede’nin- babası Şeyh Seyyid Ali Dede’nin vefatı üzerine oğluna tevcih edilen 1205/1791 tarihli beratta adı geçenler Ermenek Mevlevîhânesi ile görevlilerinin mevkiini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Zira Sultan II. Mahmud’un (1808-1839) her hafta dergâha gelmesi, mukabeleden sonra Mehmed Kadrî Dede13 ile sohbet edip biraderlerine atiyye ihsanlarında bulunması (Küçük 2003:144-145 nu.1), çok
tesadüfî ve sıradan hâdiseler olmasa gerekir. Hâfız Mehmed Dede’nin 1883-1887’lerde meşihat makamında olması (Konya Vilâyeti Sâlnâmesi 2013-2017: 175, 180, 312, 232); Küçük’ün XIX. asırda faaliyetlerini sürdüren Mevlevîhâneler listesinde 1886-1911’da Ermenek’i de sayması (2003: 466), yine Konya Mevlâna Dergâh’ı Postnişîni Veled Çelebi (İzbudak)’nin, I. Dünya Savaşında gönüllü Mevlevî taburunun kuruluş
çalışmaları esnasında 20 Aralık 1914’te Harbiye Nezaretine gönderdiği arzda; hükümet ve askeri yetkililerden bulundukları yerlerdeki Mevlevîlerin sevkine yardımcı olmaları arzu edilen ve Mevlevîhâne bulunan valilik, mutasarrıflık ve kaymakamlıklar arasında Ermenâk’ın da sayılması (Köstüklü 2005: 65-71),
şehirdeki Mevlevîhânenin faal olduğunu göstermektedir.14 Ancak bahsedilen tarihte I. Dünya Savaşının da başlaması ve devamındaki gelişmeler yüzünden son şeyhi Hüsameddin Dede’nin, vefat eden -babası Şeyh- Mustafa’nın yerine 1923’teki zikredilen atamasından başka şimdilik elde herhangi bir bilgi
bulunmamaktadır. Halil Bey Zâviye/Ermenek Mevlevîhânesi’nin vakıflarıyla ilgili gelirleri tahrir
kayıtlardan çıkaran Gök’ün (2006: 141-143) verdiği tabloya bakılınca: Berat Köyü’nde, Ermenek merkez ve Değirmenlik Mahallesi’ndeki 6 kıt‘a dükkân, 7 kıt‘a zemin (akar), 3 kıt‘a bahçe ve 2 su değirmeninden 1500 ve 1522’de 565’er; 1518’de 580; 1555’te her nedense 260’a düşüp 1584 yılında 465 akçe meblağa
ulaşan bir gelir elde edildiği görülmektedir. Bu bütçeden şeyhe ve zâviyenin iki hizmetkârına yıllık 200; geriye kalan ise misafirlerin yemek masrafına harcanmaktadır. Elbette ki mezkûr beratın ifadesiyle yere vadi âdet-i ağnâm-ı mukâtaası malından (hayvanlardan daha çok da koyun ve keçi türlerinin vergisinden) almak üzere yevmî otuz akçenin Mevlevîhâne Tekyesi fukarasına taamiye15 olmak üzere harcama yetkisinin verildiği Şeyh Ali Dede ve oğluna intikal eden miktar ile Eser-Küçükdağ’ın (2013: 307) bahsettiği 1776 tarihli bir emr-
i şerif ile 1782 tarihli bir hüccete göre “Alaiye Gümrüğü Mukataası malından adı geçen Mevlevîhâne’de sakin dervişlerin taamiyesi içün tahsis edilen gündelik 30 akçe”16 ekstra gelirler, Gök’ün verdiği yekûna dâhil değildir.
Sonuç olarak bu inceleme; Mevlevîhânelerin devletten aldığı desteği/devletin değişik kalemler halinde farklı vergi kaynaklarından sağladığı ödeneği bir kez daha ve Beşiktaş Mevlevîhânesine kadar uzanan isim tashihleri ile nüfuzu, bahse konu berat sayesinde belgelediğinden, ileride bu yönde yapılacak çalışmalara
katkı sağlayabilecektir. Yine bu berat, Halil Bey Zâviyesi olarak da bilinmesi nedeniyle adı, yeri ve konumuyla ilgili bazı karışıklıklara da yol açan mekânın; şehrin merkezinde ve Mevlevîhâne statüsünde olup Ermenek
Mevlevîhâne/Tekkesi diye de adlandırıldığını kesinkes ortaya koymaktadır. Yine “XVII. yy’dan itibaren âdeta bir devlet müessesesi hâline gelen Mevlevîliğin” (Gölpınarlı 1983: 248); ülkemizin en çetin coğrafî şartlarından birine sahip bulunmasına rağmen geçmişten günümüze devlet-millet bağlılığını en güzel surette yansıtıp “okumuşu” en fazla yerler arasında olmayı başaran Ermenek’i de Mevlevîhâneler tablosu içerisine dâhil etmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak gözükmektedir.
XVI. yy’ın sonlarından itibaren ekseriyetle Ermenek Mevlevîhânesi şeklinde kaydedilip bilinen bu yapı, muhtarları ve Belediye’den edinilen bilgiler çerçevesinde hudutlarının biraz doğu istikametine genişletilmesiyle Taşbaşı Mahallesi sınırlarına dâhil olmuştur. Bahse konu mekân ile yıkılan müştemilâtının
hemen yakınında ama Değirmenlik Mahallesi hudutlarında kalan/bulunan son şeyhi Hüsameddin Dede’nin evi, yer aldığı civarın eklenti şeklinde örtme/tünel/lerle bağlanarak külliyeyi/kompleksi andırırcasına avlu içerisine açılıp tarihi çeşmeyle buluşan yapılaşma biçimi ve Pirpınarı Mescidiyle bütünleşmesi ilk kez işlenmeye çalışılmıştır. Yüzey araştırmaları ve sözlü tarih metoduna da başvurulan çalışmada adı geçen Dede’nin torunlarından da epeyce malûmat alınarak Mevlevîhâne’yle ilgili hususlar açıklığa kavuşturulmuştur. Tekke ve zâviyelerin kapanmasına giden süreçte ülkenin çoğu yerindeki semâhânelerin cami veya mescide çevrilmesinde olduğu gibi Hüsameddin Dede’nin 1923’te Tekke Mescidi imamlığına atanmasıyla, Sultan II. Mahmûd’u bile meftûn eyleyen beratlı Ermenek Mevlevîhânesi’nin işlevi fiilen sona ermiş; mescidin yıkılıp yerine yapılan kubbeli Tekke Camii’nin kapısındaki kitabe ve adının bir kısmından başka izi kalmamıştır. Berat’ın Transkripsiyonu Selim Hân b. Mustafa Hân el Muzaffer Dâimâ
[ III. Selim Han’ın Tuğrâsı ] Nişân-ı şerîf-i âlîşân-ı sâmî-mekân-ı sultânî ve tuğrâ-yı garrâ-yı cihân-sitân-ı
hâkânî hükmü oldur ki, İç İl Sancağında Ermenâk Nâhiyesinde vâkî‘ Mevlevîhâne Tekyesi fukarasına taamiye olmak üzere yere vadi? âdet-i ağnâm-ı mukâtaası malından almak üzere yevmî otuz akçe vazife Mevlevîhâne-i mezkûre Şeyhi Seyyid Şeyh Ali’nin uhdesinde iken fevt olmağla taamiye-i mezkûre mahlûlünden Tekye-i merkûme şeyh-i müteveffanın oğlu erbâb-ı istihkaktan işbu râfî‘a-i tevki‘- i refî‘u’ş-şân-ı hâkânî Seyyid Abdülkâdir zîde takvâhuhun uhdesine kayd ile beratı verilmek ferman bulmağın hakkında mezîd-i ‘inayeti Padişâhânem zuhûra gitirüb 1205 senesi Zilkâdesi’nin 19. günü tarihiyle müverrah verilen ruûsu hümâyûn mûcebince bu berât-ı hümâyûnı virdüm ve buyurdum ki mümaunileyh Seyyid Abdülkâdir derviş zîde takvâhu varûb vech-i meşrûh üzre ta‘yin olunan yevmî otuz akçe taamiye vazifesin tekye-i mezbûre fukarası içün yere vadi âdet-i ağnâm-ı mukâtaası malından zemîn mütevellilerinden alub mutasarrıfa virile. Şöyle bileler, ‘alâmet-i şerîfe i‘timâd kılalar. Tahrîran fi’l-yevmi’s-sâdis aşer şehr-i Zilkâde sene hams ve mieteyn ve elf.16 Zilkade 1205 / 17 Temmuz 1791
ALİ ÜREMİŞ
resim ile haberin alakasını asla kuramayacaklar.. başka bir amaç olmuş sanki…
Araştırma faydali,fakat okumak ve anlamak derli toplu olmadığı görülüyor, daha sistematik yazılsaymis iyi olurmuş ben toparlayamadigimi söyleyebilirim.
Makale ile ilgili tam, ayrıntılı ve en kestirme/derli toplu bilgi için şu linklere bakılabilir: https://semazen.net/ermenek-mevlevihanesiyle-ilgili-bir-beratin-degerlendirilmesi-ali-uremis/
https://www.academia.edu/41735833/ERMENEK_MEVLEVÎHÂNESİ_YLE_İLGİLİ_BİR_BERATIN_DEĞERLENDİRİLMESİ_AN_ASSESMENT_OF_A_BERAT_ABOUT_ERMENEK_S_MEVLEVÎHÂNE