Gargara’dan Gargara’ya 11
Gargara’da o sabah erkenden bir hareketlilik vardı.
Dilden dile, istekli olan zanaat erbabını İstanbul’a götürecekleri konuşuluyordu. Alaiye ve Anamur iskelelerinden gemilerin biri gidiyor diğeri yanaşıyor haberleri, geliyordu.
Taşeli bölgesinden istekli olarak topraklarından ayrılıp başka topraklara gitmek isteyen çok az olduğundan yavaş yavaş zorla istenen düzeyde muhacirin toplanması için bahaneler aranıyordu.
Ne de olsa Ermenek merkezli Taşeli yöresi Osmanlılara en son katılan bir Karamanoğlu toprağı olarak hafızalarda farklı bir konuma oturtulmuştu.
Günlerdir Manamas / Ak köprünün üzeri boş kalmıyor, Ermenek tarafından Narlıca yoluyla gelen askeri kişiler Manamas köprüsü üzerinden karşı köylere geçiyorlardı. Nitekim200 sene sonra buraya gelen Evliya Çelebi de Manamas köprüsünü kullanacak ve Ermenek’ten önce Gargarayı ziyaret edecektir.
Gargarada Bednama geçen yol da Akköprüydü. Ancak Kışlacık yangınından sonra Gargaralılar subaşlarında yeni, mahalleler oluşturunca yavaş yavaş tam ortadan Bednama ve Nevahi’ye bir yol oluşmaya başlamıştı.
O sırada Gargara mutlaka uğranan değil istenirse varılan bir köydü. Ama ortasındaki yol yavaş yavaş burayı da hareketli bir yerleşim yeri haline getiriyordu.
Gargaralılar şen, şakrak, neşeli, şakacı insanlardı. Bir Cuma günü kalabalık ruh halinden güç alarak bir gurup camiden çıkınca bağırmaya başlamışlardı:
“Köyümüzden gitmek istemiyoruz, bizi kimse yurdumuzdan koparamaz, padişah gelse bile gitmeyiz!”
Bu nümayiş aslında eğlence amaçlı, şaka maksatlıydı ama Ermenek’te hemen duyulmuş, yaya başının bilgisine sunulmuştu.
Ancak Osmanlılarda padişah ferman yazmadan bir uygulama yapılmazdı. Yaya başı Kostantıniyye’ye derhal durumu bildirdi.
On beş gün sonra yaya başına ve Ermenek kadısına bir hüküm çıkmış ve ulaşmıştı.
Bu hüküm ve fermanın en başında Fatih Sultan Mehmet Han tuğrası vardı. Tuğranın altındaki ilk cümle: Karaman Beylerbeyine Hüküm ki” idi.
Daha sonra cuma namazından sonra nümayiş yapan 27 kişinin adları yazılıydı. Bunlardan altısı İzvid-i süfla’dan, üçü de İzvid-i Ulya’dandı. Üstelik aileleriyle beraber nefyedilecekleri kaydedilmişti.
Fermanın en son cümlesi: “Alamet-i şerife itimat kılasınız, bu hükmün icrasında gevşeklik gösterirseniz çetin cezasına hazır olasınız.” Yazıyordu.
Yaya başı Gargarada yine bir Cuma günü bu fermanı okuduktan sonra ortalık buz kesmişti. Mevsim güzdü, yaylalardan inilmişti, ama buna rağmen bu 27 kişiden kimse ortada görünmüyordu.
Yaya başı ve kadı, Gargara muhtarı Kamber Efendiye gelecek cumaya kadar her türlü ihbar ve ihtara rağmen burada toplanmazlarsa başka türlü toplanabileceklerini ince ince tehdit ederek hatırlattı.
Yaya başı ayrıca bu 27 aileye ek olarak 13 ailenin de başta zanaat erbabı tercih edilmek üzere beraber götürüleceğini, bu arada bu ailelerin de belirlenmesini emretti.
Muhtarı Kamber Efendi Gargarada fazla zanaat erbabı olmadığını sadece kendisinin de yakından tanıdığı Abdülkadir ustayla, birkaç çömlekçi ve birkaç semerci olduğunu, diğer halkın çiftçi ve sürü sahibi olduklarını anlattı.
Yaya başı muhtarı bir gün sonra Ermenek’e çağırarak, İstanbul fethedildikten sonra Avrupa’dan ele geçirilen topraklarda çok çiftçiye ihtiyaç olduğunu, ayrıca yeni fetihler için ordumuza kılıç imalatı yapacak ustalara ihtiyaç olduğunu da teyit etti. Bu bağlamda Abdülkadir ustanın ağzını bir yoklamasını istedi.
Muhtar ayrılmak üzereyken: Gargara semercileri arasında en iyi semer yapan birkaç kişiyi de tespit etmesini, Avrupa ovalarına yapılan akınlarda kullanılan at, katır ve eşeklerin semerleri için lazım olabileceklerini anlattı.
Yaya başı Abdülkadir ustanın İstanbul’a gönüllü gitmesinden yanaydı.
***
Abdülkadir usta muhtarla bu hususta uzun uzun konuştu, Abdülkadir usta gönüllü olarak gitme taraftarıydı, hem İstanbul’da kendilerine tüm donanımıyla bir demir imalathanesi verileceği sözünü de hiç unutmamıştı.
Bednam yolundaki dükkânından muhtarla vedalaştıktan sonra doğruca eve geldi.
Ünzile’ye konuyu açıp fikrini almak istiyordu.
Ünzile her gün olduğu gibi ev işlerini bitirmiş, yemekleri dinlenmeye aldıktan sonra eline millerini alarak bir ay kadar sonra doğacak çocuğuna patik – don – göynek örmeye başlamıştı.
Abdülkadir usta sessizce kapının gındırığından Ünzile’yi biraz seyretti.
Ne örüyormuş anası bakalım oğlumuza! Diye içeri girdi.
O zamanlar doğacak çocuğun cinsiyeti yerine sadece oğlan sözü kullanılırdı.
(Devamı var)