TÜRK SANATINDA SU YOLU ZİKZAK

Biz bu çalışmamızda kilim ve düz yaygılar, ahşap oymalar, mezar taşları ve özel bir konum olarak da bayraklara yansıyan suyolu-zikzak deseni üzerinde duracağız. Açıklamalarda duruma göre su, suyolu veya suyolu-zikzak terimlerini kullanacağız.

Türk dokumaları bir bakıma alfabetik harflerle yazılmayan mektuplar gibidir. Okuma yazma bilmeyen kadın ve kızlar halı-kilim tezgâhlarında hayat hikâyelerini simge, nakış ve desenlerle anlatır. Onun anlaşılması çözümlenmesi oldukça zordur. Bu konuda birçok araştırma yapılmış, makaleler, kitaplar yazılmış, ancak henüz tam bir açıklaması yapılamamıştır. Eski mektupların Tanrı adıyla başladığı gibi bu alfabesiz mektuplar da su ile başlar.

Su, dokuma yaygılar, çuval, heybe, torba gibi araçlarda kullanıldığı kadar; kaftan, yelek, külah, öncek, etek, başlık, yağlık gibi giyim kuşamlarda, ahşap oymalarda, taş işçiliklerinde, iç ve dış mekân süslemelerinde sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Türk el sanatlarının birçok alanında suyolu uygulanmıştır. Bu uygulamayı bilinçaltına kazıyan mitolojik söylemi anlamadan suyolu anlaşılamazdı. Bu nedenle mitolojik geçmişe bir göz atarak, efsanevi su ile el sanatlarında uygulanan su deseni arasında bir bağlantı kurmaya çalışılacaktır.

Dokuma dilinde sade bir şekilde su diye adlandırılan bu motif, Türk Mitolojisinin başlangıç unsurlarından biridir. Yaratılış Destanı’ndan yapılan alıntılarla suyun meydana getirdiği dalgalanma ve akışa bağlı olarak ortaya çıkan zikzak algısı aşağıda izah edilecektir.

""MİTOLOJİK BİR UNSUR OLARAK SU

Türk Mitolojisi su ile başlar. Yaratılış ve Türeyiş Türk Destanı Altay-Yakut versiyonunda su ile başlayan yaşam şöyle anlatılır: [2] 

“Yer yer değilken; su, su idi. Başka bir varlık yoktu. Dağlar, ırmaklar, ovalar yaratılmamıştı. Ağaç, kuş, canlı yoktu. Uçsuz bucaksız bir su dört bir yanı kaplamıştı. Buğulu bir kaynama içinde sessizliğin hakim olduğu bir alemdi su.(Bkz. Resim.1) Zaman yoktu, mekân yoktu. Öyle bir şeydi ki; bu önsüz ve sonsuz görüntü kişioğlunun ruhuna ürperti verirdi. Ancak kişioğlu da yoktu, yalnız Tanrı Kara Han ( Ülgen), mavi gök ve su vardı. Zaman Tanrı Kara Han’ın kanatları altında saklanmış başlangıcını bekliyordu.(Bkz. Resim.2)

Zaman fırlayıp çıktı Tanrı Kara Han’ın kanatlarının altından. Zaman suya en dayanılmaz yakınlığı ile bağrını açtı. Yarıldı dalgalar ve arasından nazlı bir göz süzüşle, Zaman’ı ve suyu aydınlatan bir gülümseyişle Ak-Ana ortaya çıktı. Sudan çıkan Ak-Ana bin çamçak sücüden de on kere bin çamçak kımızdan da çok baş döndürücü ve güzeldi. Tanrı Kara Han, Ak-Ana’ya büyülenmiş gibi bakarken sudan daha ışıklı, Zaman’dan daha ürpertici gözlerle bakan AkAna konuştu… Tanrı Kara Han’a, “Yarat” dedi, O da kişiyi yarattı”.

Destanın bundan sonraki bölümleri konumuz dışındadır.

Burada yaşamın başlangıcı olarak suya dikkat çekmek istedik. Destanda belirtildiği gibi Hayat ve Zaman suyla başladı. Bundan olmalı ki yaratılıştan on binlerce yıl geçmesine rağmen su, Türk sanatına yansıyan belirgin temel bir figür oldu. Bunun örneklerini aşağıda dokumalar, ahşap ve taş işçilikleri, el sanatları, kale bedeni, saray, köşk, selatin camileri uygulamalarında göreceğiz. Türklerin derin hafızalarındaki önsüzlük ve sonsuzluk duygusu zamanla bir efsanevi inanca da dönüşebilmektedir. XIV. yüzyılda dünyanın bilinen bölgelerini dolaşıp, anılarını yazan bir Fransisken gezgin özellikle Türklerin yaşadığı coğrafyalar için bu efsanevi inancı şöyle ifade etmektedir. [3] 

“TARTARIA’ DA(Orta Asya- Türkistan coğrafyası), .. sayısız kabile vardır. Kendilerine çok güvenirler ve hem yaya hem de atlı olarak büyük savaşçıdırlar, öyle ki “İskender” onları yenememiştir ve dağlardan ülkelerine girememiştir. Çünkü demir kapıları arkalarına büyük kayalar koyarak sağlamlaştırmışlar ve kapılar uzun süre kapalı kalmıştır. Nihayetinde engelleri kaldırıp kapılardan çıkarak kendileri dünyanın büyük bölümünü fethetmişlerdir. CATAYO imparatorlarının(Çağatay) tamamı bu silsileden gelir. Bu silsileden ayrıca ARMALEC, ARAUIA(Avar ?) ve MESOPOTAMIA imparatorları, bütün Persler (İskit Selçuk), SARA imparatorluğunun(Hazar) hakanları yanı sıra Türkler, Tatarlar, Saracenler ve Gotlar [4] da bu silsileden gelir. Bunlardan bazıları İbrahim (peygamberin) şeriatına dönmüşler, bazıları da Berberi(barbar) olmuşlardır. TARTARIA’nın (orta çağda Türkistan coğrafyası) bilge adamları Adem çağının 7 bin yılı tamamlandıktan sonra, bütün yeryüzünün hakimleri olacaklarını ve bütün insanların kendi yasalarına göre yöneteceklerini söylerler”. [5]

Mitolojik geçmişten günümüz yaşamına geçildiğinde, aşağıdaki alıntı Türk Su Kültürünün hayatın her yanını saran derin izlerini ortaya koymaktadır: [6]

“İçmeye su, yemeğe su, cenazeye su, abdeste su, yolcuya su, ak kuzuya- kara koyuna su, sürüye su; kuşa-kurda su, içi yanan aşığa su, kızgın ateşe su, çamaşıra su, gemiye su, bağabostana su, ağaca su, yangına su, hasrete su. Vücudumuzun üçte ikisi su”

“Türk’ün son geri çekilişi bir suda, Sakarya’da bitti. Yunus Emre’yi Sakarya boylarında inleyen su dolapları olgunlaştırdı. Molla Kasım, Yunus’un şiirlerini yırtıp yırtıp suya attı. Allı gelini Kızılırmak aldı. Nasrettin Hoca Akşehir Gölü’nü mayaladı. Haçlı Seferlerinde Alman Kıralı Fredrik Barbaros, Göksu’da boğuldu. Yezid, Hz. Hüseyin’i Kerbela’da susuz bırakarak şehit etti. Fuzuli İslam Peygamberine en güzel methiyeyi Su Kasidesi ile yazdı. Lût kavmini su yuttu. Hazret-i Musa, kendi kavmini yarılan sudan- Kızıldeniz- geçirip selamete çıkarırken aynı su Firavun’u helak etti. Hazret-i İbrahim karıncaların ağızlarında taşıdığı su ile ateşten kurtuldu. Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Fırat nehrini geçerken şehit düştü. I.Kılıçarslan Habur suyunda boğuldu. Barbaros Hayrettin Paşa Suların Serdarı idi. Gazi Osman Paşa için yakılan güzel türkü ‘Tuna Nehri Akmam Diyor’ idi.

“Mısır, Nil demek. Osmanlı, Tuna demek. Mezopotamya Fırat ve Dicle, Güney Amerika Amazon, Kuzey Amerika Missisipi demek. Kıpçak coğrafyası İdil ve Volga, Hindistan Ganj, Almanya Ren, Paris Sen demek. Mekke Zemzem demek. Ferhat, Şirin için külünkler, küskülerle dağları delip, Amasya şehrine su getirdi. Aklımızı başımızdan alan bir güzeli tarif ederken, ‘Bir İçim Su’ deriz”.

SUDAN SUYOLUNA

""“Suyolu, suyun insan hayatındaki öneminden doğmuştur. Su, yeniden doğuşun, bedensel ve ruhsal yenilenmenin, yaşamın sürekliliğinin sembolüdür. Anadolu’da su yaşamın kendisi anlamına geldiği için, suyolu Anadolu kadını tarafından birçok eşyanın üzerine işlenmiştir. Günümüzde, eşyalar üzerinde modern çizgiler ve canlı renkler yaygın olarak kullanılmakla birlikte, geleneksel Anadolu eşyalarının birçoğunda bulunan motifler, eski inançları da simgelemektedir”[7] Yaratılış ve Türeyiş Destanı’nın giriş kısmına bunun için dikkat çekilmiştir. Mitolojik ve tarihi örneklerle önsüz-sonsuzluk simgesi su motifinin , yazının icat edilmediği zamanlardan beri Türk sanatında uygulandığı bilinmektedir. Suyolunun çoğunlukla zikzak motifi şeklinde yapılması, bu çalışmada bizi suyolu ve zikzağı birlikte yazarak suyolu-zikzak terimi ile açıklamaya yönlendirmektedir. Aşağıda suyoluzikzak motifinin sanatsal uygulama alanlarındaki örnekler üzerinde duracağız.

1- DOKUMALARDA SUYOLU – ZİKZAK

“Sevdiğine aşık olan bir kilim dokur,
Kilimin dilinden ancak anlayan okur”

""""Sayısız dokuma uygulamalarında önsüz ve sonsuzluğun simgesi olan suyolu, düz dokuma ve halılarda bordür olarak yer alır. Usta bir dokumacı çiti veya düzeltme çubuğundan sonra dokumaya suyolu ile başlar. Dokumalardaki su deseni, sudaki durgunluğu dinginliği simgeleyen en basit şekliyle tek renkli düz bantlardır.(Bkz. Resim.4) Üç-beş cm yükseklikteki suyolu motiflerinin izahı kolaydır, karmaşık şekiller tercih edilmemiştir. Bu çoğu zaman, sade görünüşlü parlak renkli ince çizgiler halinde yapılan inişli çıkışlı bir sonsuzluk işaretidir. Yaygının kullanım amacı veya verilen öneme göre suyolu motiflerinin sadece başlangıç ve sonda olduğu gibi- Niğde Darboğaz Çul örneği- nakış bantlarının arasına da atıldığı – Niğde Üçkapılı Yaylası örneği – görülmektedir. (Bkz. Resim.5.6) Suyolu bazı dokumalarda dikine kullanılmaktadır. (Bkz. Resim.7)

Birçok sanat eserinin kaynağını mitolojiden aldığı gibi, saygın bir mitolojik değer olan suyun da sanatsal betimlemeler şekline dönüştüğü bilinmektedir. Niğde Taşpınar Halısı ve Antalya Gazipaşa-Aydıncık/Hocalar- seccade örneğinde dokumanın dört bir yanını, tıpkı dünyanın dört yanını suyun çevirdiği gibi aynı desenin çevrelediği de görülür.. (Bkz Resim.8.9 )

""Dokumanın bütününe bakıldığında nakışların dış konturlarının boyuna veya enine sürekli bir zikzak görüntüsünde olan uygulamalar pek çoktur. Çizgilerin kırılma noktaları bazen çok net ve keskin, bazen de eliptik eğriler halindedir. Bazen yan yana dizilmiş üçgen, baklava dilimi, eli böğründe, deve boynu, kartal, sungur, şahin motifi, pıtrak, araları çapraz çizgilerle bağlanmış çiçek bezekleri suyolu-zikzak görevi yapar. Her ne şekil kullanılırsa kullanılsın, suyolu nakışında süreklilik ve şekildeki iniş çıkışlar- zikzak- en çok göze çarpan özelliğidir. Gündelik kullanım eşyaları yağlık, torba, çevre, yazma, takke gibi eşyada da zikzak kullanılmaktadır. (Bkz. Resim.11.12)

""2- AHŞAP OYMALARDA SUYOLU – ZİKZAK

Ayrı bir kullanım alanı olarak, dülgerlik sanatının yaygın olduğu zamanlarda, ahşap işçiliği kapı kanadı, raf, panjur, sahanlık, mihrap veya pencere pervazlarında suyolu-zikzak desenleri sıklıkla görülür.Balkon süslemeleri, raf, dolap ve yüklük kapaklarında yer yer aynı desene rastlanır. Son dönemde eski dülgerlik uygulamaları ekonomik sebeplerle yerini fabrikasyon imalatlara terk etse de eski evlerin kapı ve pencerelerinde Manisa Turgutlu Dalbahçe Köyü örneği (Bkz. Resim.13.14.15) ve Tipik Akseki düğmeli evlerinde, cumbanın dış doğrama eteklerindeki damlalıklarda zikzak uygulandığı görülmektedir.(Bkz. Resim.16,17)

""""Tahıl ölçme aracı olan okka, kutu ve şiniklerde zikzak kullanılmıştır. AntalyaGazipaşa Çobanlar Köyünden alınan hububat ölçeği örneğimizde zikzakların arasına göz ilave edildiği görülmektedir ki, bu da buğday ölçme aletleri için harman bereketine nazar değmesin diye yapılmıştır. ( Bkz. Resim.18) Su Türklerin günlük hayatına o kadar çok nüfuz etmiştir ki, kap-kacak, şamdan altlığı, seramik kase, gibi eşyalarda da suyolu-zikzak uygulamasına rastlanır.( Bkz. Resim.19.20.21)

""3- SALTANAT YAPILARI, KALE, SARAY – KÖŞK, CAMİ VE MİNAREDE SU YOLU – ZİKZAK

Türklere ait kale duvarı ve kulelerde, minarelerde, av köşkü gibi özel yapılarda da zikzak uygulandığına tanık olmaktayız. Saltanat mensupları tarafından yaptırılan Kale, Han, Saray ve camilerde zikzak uygulaması, saltanat iddiasını ortaya koyar.

“Orta Çağ Anadolu Türk mimarisinde iç mekanda süsleme elamanı olarak daha çok çini kullanılmış.. Kalem işi bezemeler de denilen boyalı nakışların sıva ve ahşap üzerine olmak üzere iki türlü uygulaması yapılmıştır. 13. yüzyılın ilk yarısı içindeki uygulamalarda, genellikle kırmızı ve siyah renklerle sıva üzerine zikzaklar ya da dama motifli bezemelerin işlendiği görülür. Kızılören Hanı Mescidi’nin mihrap nişinde, Konya Alaeddin Camii’nin kubbeli bölümünde, Beyhekim Mescidi’nin kubbesinde bu türden uygulamalar vardır. [8]

""İran’da Türklerin hakim olduğu dönemlerden kalma, XVIII. yüzyıl yapımı Kerim Han – Şiraz Kalesi bedenlerinde saltanat alameti olarak zikzak uygulanmıştır. (Bkz. Resim.22) Eski adı Selinti/Selinus olan Antalya-Gazipaşa kazası Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın görevlendirdiği Emir-üs-Sevahil Mübariz-ed-Din Ertokuş tarafından 1225 yıllarında fethedilmiştir. Selinti kalesi eteklerinde Selçuklu Av Köşkü olarak tespit edilmiş bir tarihi yapı vardır. Alanya Müzesi yetkilileri yapının giriş kapısı iç duvarlarında horasan sıva üzerinde yüzyıllardır bozulmadan duran kırmızı toprak boya ile işlenmiş zikzak desenini, yapının Selçuklu eseri olduğuna kanıt olarak kabul etmiş ve saltanat yapısı olarak tescillemiştir. [9]  ( Bkz. Resim.23.24) Kırmızı boyalı zikzak Selçuklulara eski Türklerden kalan bir miras olarak kabul edilmektedir. Aynı anlamda Sultanların yaptırdığı Selatin Camilerinde kullanılan zikzak için en çarpıcı örnek XV. yüzyıl başlarında yapılmış bir erken Osmanlı eseri olan Edirne Üç Şerefeli Camii minaresidir. Kırmızı toprak boya ile yapılan bu zikzak örneği aradan geçen yüzyıllara rağmen canlı bir şekilde görülebilmektedir. ( Bkz. Resim.25) Denizli Kale İlçesinde XIII. yüzyılda yapılmış olan Beylikler Dönemi Cevher Paşa Camii’nin tavanını taşıyan masif ahşap kolonlarında sağlı sollu olarak döşemeden 1 m. kadar yüksekte zikzak desenlere görülmektedir. [10] ( Bkz. Resim.26)""

4- HUN MEZAR TAŞLARINDA SUYOLU – ZİKZAK

Türkler büyük bozkır arazisinde Hun, Gök-Türk ve Uygur gibi büyük devletler kurmuşlardı. Dini hayatları ise oldukça zengin bir yapıya sahip bulunmaktaydı. Çok geniş bir coğrafyada izleri kalan Türklerin doğdukları Bozkır Kültürünün derin izleri ve alışkanlıkları günümüzde devam etmektedir. Bu kültürel alışkanlıkların en canlı örneği ölüm ve ölüm sonrası yaşam ile ilgili ritüellerdir. İslamiyet, Bozkır Kültürünün geleneklerini değiştirmiş olsa da ölüm, ölüm sonrası yaşam, defin ve ölünün ardından yapılan ibadetlerde Bozkır Kültürünün izleri korunmaktadır. Ölüm ruhun bedenden ayrılarak uçmağa varması, yani bir çeşit konum değiştirmesidir. Bu anlamda ruh ölümsüzdür. Yunus Emre; “Ölürse tenler ölür, Canlar ölesi değil” demektedir. 

Ruhun ebedi yolculuğunun kadim izlerini eski Türk coğrafyasındaki Geyikli mezar taşlarında bulmak mümkündür. Bu taşlar, toplum tarafından hürmet edilen kişilerin mezarları üzerine konuluyor. Üzerine sıçrayan geyikler ile taşın üst kısmında ay ve güneşi temsil edilen iki yuvarlak oyularak resmediliyor. Şaman kültürüne göre, ölenlerin ruhu, bir geyik boynuzuna binerek gökyüzüne yükselişini hikâye eder. Geyikli mezar taşlarının alt kısmında, yani hikayenin başlangıcında suyolu-zikzak motifleri yer almaktadır. Zikzak motifi Eski Türk Tengri inancında insanın kozmik yolculuğunun başlangıç işaretidir. Ezelden ebede yolculuk.. Zikzakla başlayan kozmik yolculuk ruhun geyik suretinde göğe yükselmesini betimlediği için taşların üzerinde diğer figüratif ögelerle birlikte göğe doğru yükselen geyik resimleri yer almakta bu yüzden de araştırmacılar bu taşlara Geyik Taşları ismini vermektedir. Taşların üzerindeki geyik resimlerinden başka hayat ağacı, güneş kursu, ok-yay, çarkı felek gibi tamga ve resimler vardır. Eski Türk inancına göre ölenlerin ruhu geyik boynuzuna binerek gök yüzüne yükselişi veya ruhun ışığa kavuşması, dünya meşakkatlerinden uçup kurtulması anlatılır.  

""Moğolistan ziyaretimizde ( 2014) bizzat görüntülediğimiz Geyik taşlarının detaylı incelenmesine uzmanlar tarafından devam edilmektedir. Bu konuda tüm bilgiler ortaya konulmuş değildir. Taşların üzerine işlenen diğer resim, şekil veya tamgalar konumuzun dışında tutulmuştur. Biz incelediğimiz Hun mezar taşlarında yapılan motiflerle insanın en çok kafa yorduğu ölüm halinde, ruhun ezelden ebede yolculuğuna, ölümsüzlüğü temsil eden zikzak motifine dikkat çekmek istedik. (Bkz. Resim.27.28.29.30)

5 – BAYRAKLARDA SUYOLU – ZİKZAK

Tarih, en eski toplumların bilhassa ordu teşkilatlarında çeşitli alemler kullandığını bildirir. Savaşçılar, Alpler, topluluklar, beyler, bir hayır cemiyeti , bir korsan gemisi kaptanı, nihayet bir devlet, hükmünü yürüttüğü egemenlik alanında var olduğunu bir çok şekillerde belli eder. Egemenlik simgeleri en eski çağlardan beri değişip gelişerek, günümüzde de devam etmektedir. Bu semboller egemenlik kullananlar için birer şahittir. Alem, sancak, bayrak, bandıra, bando, boru, flama, marş, para, ferman, berat, ruhsat, tuğ, tuğra vb. gibi sözcükler egemenlik alametleridir. Çin seyyahı Hiuen Tsang, Tu-Kiu hükümdarı Şehu Kağan’ın askerlerinin, av partilerinde bayraklar taşıdığını tespit etmiştir. Firdevsî, Şehname’de iki yerde ‘Turanlıların Kurt Başlı Bayrağı’ndan söz eder. Çin kaynakları, Kırgızların bayrakları olduğunu ve bunların kırmızı renge hürmet ettiklerini belirtir.

Türklerde hükümdar bayrakları AL denilen kumaştan yapılıyordu. Al rengin Kaşgarlı Lügatinde turuncu olarak açıklanmış olmasına rağmen, bu günkü açık kırmızıyı (bayrak kırmızısı) ifade ettiği bilinir. Büyük Selçuklu Devleti’nde şair Azraki’nin bir şiirinden anladığımıza göre ordu bayrakları kırmızı idi. Tarih-i Ravendi de Irak Selçuklu Devletinin hükümdarı Arslan b.Tuğrul’un ordusundaki kırmızı renkli ipek bayraklardan bahseder. Anadolu Selçuklu Devletinin zayıflaması ile XIII. Asrın ikinci yarısından itibaren Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde müstakil birer devletçik halinde teşkilatlanan Türkmen beyliklerinde kendi adına sikke kestiren, sancak asan, asker çeken ve bayrak taşıyan beylikler vardı. Genel olarak güney Anadolu’da teşkilatlanmış Karaman oğulları ve Teke oğulları bu beyliklerdendir. Her iki beylik de egemenlik alameti olan bayraklarında zikzak kullandılar. 

Karaman oğullarının bayrağı kırmızı-beyaz zikzaklı, Teke oğullarının bayrağı, üzerine Mührü Süleyman işlenmiş mavi-beyaz zikzaklı bayraklardı.

Oğuz neslinden geldiklerini iddia eden Karamanlar, saltanatın Oğuz neslinden devam etmesi, saltanat ve kut geleneğinin meşru temsilcisinin kendileri olduğu, atalardan kalan kırmızı-beyaz bayrağı taşıma hakkının kendilerinde olduğu savını ortaya attılar. Anadolu Selçuklularının çöküşü sırasında Sultan II. Alaeddin’in Osman Gazi’ye verdiği, halen Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenmekte olan kırmızı-beyaz sancağın benzerini bayrak yaparak saltanat iddialarını sürdürdüler. Osmanlı Devleti’nin daha güçlü bir şekilde teşkilatlanması Karaman oğullarının bu iddiasını gerçekleştirmesine imkân vermedi.

Karaman oğulları ve Teke oğullarının, Osmanlı devleti ile mücadelesi konumuz dışındadır. Biz sağlam kanıtlara ve tarihi belgelere bağlı kalarak, Karaman oğulları ve Teke oğullarının bayraklarında zikzak kullandığını XIV. Yüzyıl Dünyasında Teke ve Karaman oğulları Bayrağı 11 kitabımızda anlattık. XIV. yüzyılda bölgeden geçen bir Fransisken seyyah tarafından yazılan seyahatnamede ve aynı yüzyılda dünya haritaları yapan Angelino Dulcert (1339), daha sonraki yüzyılda Mursiyeli İbrahim (1461) Konya üzerinde Karaman oğulları Bayrağını, Antalya üzerinde de Teke oğulları zikzaklı bayrağını çizerek, tarihe ışık tutmuşlardır. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus Teke ve Karaman oğullarının Oğuz geleneğinden geldiği, dolayısı ile Oğuzların sahip olduğu önsüzden sonsuza, ezel-ebed inancını zikzaklı bayrakla devam ettirdiğidir. (Bkz. Resim.31.32)

""SONUÇ

Bu çalışmamızda sözel ve yazılı diğer sanat alanlarından ayrı olarak, düz dokuma, halı, dülgerlik-ahşap işleri, bakır, seramik, giysi, saltanat yapıları, köşk, kale, cami, saray, mezar taşı, bayrak gibi varlıklardaki suyolu-zikzak desenlerinin el sanatlarında uygulanmasına farklı bir bakış açısı getirerek, mitolojik altyapısına dikkat çekmeye çalıştık. Mitolojik anlatımlara göre ezelden ebede var olmaya inanan Türkler , bu inancını hayatın çeşitli alanlarında ürettikleri sanat eserlerine suyolu motifi ile yansıtmışlardır. Şüphesiz bu desen günümüzde aynı bilinçle yapılıyor denilemez. Türklerin X. yüzyıldan itibaren gruplar halinde İslamiyet’i kabul etmesi, eski inançlarıyla olan bağlarını zayıflatmış, bu mitoloji kavramlar sadece atalardan kalan geleneksel bir sanat simgeleri haline dönüşmüştür.

NOTLAR : 

1 Araştırmacı-Yazar. Antalya-Türkiye. e-mail: ali_yildiz07@yahoo.com.

2 SEPETÇİOĞLU, M. Necati., Yaratılış ve Türeyiş Türk Destanı. Ankara 1965. S.7-8 / Ocean, E.Anthony., Türk Mitolojisi. İst.2016. S.48 vd.

3 YILDIZ Ali. XIV. Teke ve Karaman oğulları Bayrağı. Gece Kit. Ankara 2020. S.125

4 Fransisken gezginin Ergenekon Efsanesi’ne atıf yaptığı görülmektedir. Demir kapılar ibaresi Türklerin Ergenekon Destanı’na işaret etmektedir. Got-Guz- Oğuz olmalıdır.

5 “Adem çağının 7 bin yılı tamamlandıktan sonra, bütün yeryüzünün hakimleri olacaklarını ve bütün insanların kendi yasalarına göre yaşamasını sağlayacaklarını” söylemeleri Türklerin sonsuzluk inancının bir yabancı gezgin dilinden ifadesidir.

 6 YILDIZ, Ali. Sarnıçlar Seyahatnamesi. Antalya 2013. S.14

7 ZAMAN, Kürşat., Gizemli Dil. www.hakkarim.net

8 www.anadoluselcuklu.blogspot.com

9 YILDIZ, Ali.,Dünden Bugüne Gazipaşa Tarihi.Antalya 2009. S.51 vd. Tutanakta; “Kentin tek İslamî yapısı giriş kapısının çevresi Selçuklu Dönemi kırmızı renkte zikzak motiflerle süslüdür.” yazılmıştır.

10 GÜRER,Bilsen. Cevher Paşa Camii.www.milta.com

11 YILDIZ, Ali., XIV. Yüzyıl Dünyasında Teke ve Karaman oğulları Bayrağı. Antalya. 2011. S.13 vd.

KAYNAKLAR:

1- ACAR, Belkıs., Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar. İst.1975.
2- AKIŞ, İbrahim -Ferhat Aslan .Türk Kültüründe Su .Manavgat Bel.Yayını. İst.2007
3- DURUL, Yusuf., Yörük Kilimleri Niğde Yöresi. İst. 1977
4- ERBEK, Mine. Çatalhöyük’ten Bugüne Anadolu Motifleri Dösim Yayınları
5- GELENEKSEL TÜRK DOKUMA SANATLARI Ankara, 2012
6- GÜRER, Bilsen., Cevher Paşa Camii.www.milta.com
7- OCEAN, E.Anthony., Türk Mitolojisi. İst.2016
8- SEPETÇİOĞLU, M. Necati., Yaratılış ve Türeyiş Türk Destanı. Ankara 1965
9- YILDIZ , Ali., Sarnıçlar Seyahatnamesi Antalya 2013
10-YILDIZ, Ali., XIV. Yüzyıl Dünyasında Teke ve Karaman oğulları Bayrağı. Antalya. 2011.
10- ZAMAN, Kürşat. Gizemli Dil.www.hakkarim.net
11- www.anadoluselcuklu.blogspot.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler

author

Emma Hayes

There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.

instagram