Karl Marx’ın Avrupa’da olacağını düşündüğü antiemperyal komünist sistemin Rusya’da gerçekleştiğini hepimiz biliriz. Nitekim Birinci Dünya Savaşı ile birlikte kapitalist Avrupa’nın birbirini kırması bunda önemli bir etkendir. Özellikle Çanakkale Savaşı Ruslara bekledikleri yardımın gitmemesi ise süreci hızlandıran ciddi bir ivmedir. Öyle ki Çanakkale Savaşı ile parlayan Mustafa Kemal ile Çarlık Rusya’nın devrilmesiyle meydana gelen sosyalist hareken lideri Lenin ise Avrupa’ya karşı verilen antiemperyal mücadelede şüphesiz çift başlı kartal misali en önemli iki aktörüdür.
Çarlık Rusya devrildikten sonra yerine kurulan Komünist Rusya işgalci bir tavır takınmayacağı söyleyerek Osmanlılarla savaşı bitiren antlaşmayı imzalamıştır. Dünya Savaşı’nın bitmesi ile Anadolu örgütlenmesinin yolunu tutan Mustafa Kemal ise Rusya dışında diğer İtilaf Devletleri ile mücadeleye devam etmektedir. Aslında Lenin ve Mustafa Kemal birbirini tanımayan iki liderdir ama ne var ki bu iki yeni antiemperyal mücadele onları kadersel bir ortaklığa sürükleyecektir.
Lenin hükümetinin Osmanlı’yı paylaşma düşüncesinden vazgeçmesi ve işgal ettiği topraklardan Türklerin lehine geri çekilmesi işgale karşı direnecek Anadolu’nun yeni bir dosta kavuştuğunu göstermişti. O dönemde Anadolu güçsüz ve fakir olduğundan kendine yetecek bir silah sanayisi ve cephanesi yeterince yoktur ve ciddi anlamda yardıma ihtiyacı vardır. Yalnız her şeyden önce dostane ilişkiler geliştirecek devletin Türkiye’nin bağımsızlığına saygısı olması gerekir. Mustafa Kemal yeni kurulan Rusya’nın Anadolu topraklarında emeli olmayacağını düşündüğü için kaynak bulma konusunda Lenin hükümeti ile iş birliği kurma gereği duymuş ve bunda bir sakınca görmemiştir.
Duruma Rusya açısından bakacak olursak İngiliz güdümündeki Yunan saldırısını rejim için bir tehlike olarak görmüştür. Çünkü Ege Bölgesi’nde olan bu yayılmanın bütün Anadolu’yu kapsayarak yeni bir Bizans Devleti kurulma tehlikesi baş gösterebilir ve bu durum güney sınırları için Rusya’ya büyük bir tehlikedir. Ayrıca İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının ise Türkiye’de kalması gerekmektedir. Aksi halde, boğazlardan geçecek İtilaf donanması Rusya kıyılarını vurabilir. Siyasal açıdan ise Rusya’nın desteğini alan bir Türkiye sayesinde Lenin hükümeti kendi bünyesinde olan Türk ve Müslüman halklara devrimi daha iyi kabullendirebileceğini düşünmektedir. Bütün karşılıklı durumları göz önüne aldığımız vakit Türkiye ve Rusya iş birliği kaçınılmazdır. Bununla ilgili Türk- Rus dostluğu Misak-ı Milli’nin parçalarından biri haline gelecek; Ruslar için ise Türklerle kurulan dostluk Leninist hareketlerden biri olacaktır ve ilişkiler kardeşlik hukukuna dayalı bir hal alacaktır.
Türkiye ve Rusya devletlerinin dostluğu elbet bununla sınırlı değildir. Atatürk ve Lenin’den itibaren başlayan süreçte hem lider boyutunda hem de ülke boyutundan ilginç bağlamlar var. Bu bağlamlar ilk zamanlar için Türkiye ve Rusya’yı şaha kaldırırken sonraki süreçte iki ülkeyi sosyoekonomik bunalımlara doğru sürüklemiştir.
Şüphesiz İstiklal Savaşı’nda Rus desteği olmasaydı ne kadar başarılı olurduk tartışılır ama savaşa rağmen gönderdiğimiz buğday ve arpalarla da Rus halkı açlıktan kurtulmuştur. Dahası Savaştan sonra yapılan Lozan görüşmelerinde Rus elçi öyle bir konuşmuştur ki İngilizler Rusları da gelen Türk heyetinden biri olarak tanımlamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sine gelince de Ruslar sanayi hamlelerimizde bize oldukça bonkör desteklerde bulunmuş olup borcumuzu ürettiğimiz ürünleri alarak kapatmıştır.
Bu antiemperyalist iş birliğini istemeyen batı baştan beri Lenin ile Atatürk’ü ortadan kaldırma gayretine girmiştir. Öyle ki başlangıçta ikinci adam olarak Stalin’i isteyen Lenin zaman içerisinde bunun bir hata olduğunu görüp Troçki’yi isterken Atatürk ise ikinci adam olarak İnönü’den ziyade Fevzi Çakmak’ı cumhurbaşkanı olarak görmek istediğini belirtmiştir. Lenin cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda ölmüş ya da öldürülmüştür. Bu işi Stalin’in yaptığı muammadır. Aynı şeyde Atatürk’e defalarca suikast düzenleten Batı emelinde başarılı olamayınca Atatürk’e hastalığı döneminde işbirlikçileri aracılığıyla bilgisi dışında doktorlar gönderttirerek ölmesini sağlattığı düşünceler yok değildir. Sonuçta gerek Lenin ve gerekse Atatürk’ten sonra iki liderin kurdukları ülkelere bakarsak çalışma arkadaşlarının kurucu liderlerine ne kadar bağlı kalıp kalmadığını görüp öldürülme hikayelerinin gerçekliği konusunda tahmin yürütebiliriz.
Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygısı olan Lenin’den sonra Stalin Kars ve Ardahan’a gözünü dikmiş Türkleri acınası sürgünlere göndermiştir. Küçük Amerika olma rüyasıyla yaşayan Türkiye ise Sovyetlere NATO füzelerini çevirmiştir. Bu süreçte Batı Ortadoğu’da İsrail Devleti’ni kurmuş; Atatürk ve Lenin yüzünden erteledikleri Büyük Ortadoğu Projesini yeniden hayata geçirmek için kolları sıvamıştır.
İki ülkenin birbirinden desteği çekmesi sonucu iki ülke de devrimsel çöküşe doğru yol almaya başlamıştır. Nitekim Gorbaçov ile dağılan Rusya’da devlet talan edilmeye başlanmış; benzer durum neoliberal politikaları benimseyen Türkiye’de ise devlet teşekkülleri birer birer elden çıkarılmak istenmiştir.
Irak- ABD savaşı ile başlayan yakın zamandaki Ortadoğu Savaşı Suriye, Lübnan, İsrail ve Filistin’e yeniden sıçramış başta ABD ve Rusya olmak üzere milletlerarası yeni bir sorun haline gelmiştir. Şimdi ise başlayan Ukrayna-Rusya krizinde ise yeni bir döneme girilmektedir. Rusya’ya göre Türkiye için Güney Kıbrıs ne kadar tehlike arz ediyorsa Ukrayna da Ruslar için o kadar tehlikelidir. Yalnız tarihsel bağlama baktığımızda Ukrayna önceden Rusya topraklarında olduğu için Rusya bu topraklarda hak iddia etmektedir. Bizde ise Kıbrıs daima bağımsız bir devlet olduğu için sadece Türkleri kurtarmak için bir harekat düzenlenmiştir yalnız Birinci Dünya Savaşı’na yeniden dönecek olursak Türkiye ile Ukrayna ayrı bir dostluk anlaşması yaparak sadece yönetimlerin Rusya yanlısı olmasına destek olmuştur.
Son söz olarak Türkiye arabuluculuğunda gerçekleşen Ukrayna-Rusya görüşmesinin Türkiye ve Rusya açısından gerek eski Sovyet halklarının gerekse Türk Halkalarının hem Türkiye ile hem de Rusya ile ilişkilerden yeni bir milat olması gerekmektedir.
Kuruluş ve kurtuluş değerlerimize baktığımızda Lozan ve Möntrö’de bizi uyaran ilke budur. Yunan zaferimizden sonra İngilizlerin çekilmemesi durumunda Rusya Balkanlara gireceğini söylerek Lozan’da Türkiye’ye önemli bir askeri güç olurken; Möntrö sayesinde Rusya da Avrupa’ya karşı Türkler tarafından korunmuştur. Şayet Üçüncü Dünya Savaşı olacaksa bu yeni iş birliği şimdiden şarttır.