Kahraman Sensin

Galile, (Galileo Galilei, İtalyan bilim insanı ve filozof 1564-1642) hani şu herkes dünya düzdür derken, ‘yok düz değil yuvarlaktır’ deyip, eski köye yeni adet getiren adam var ya işte o, Engizisyon Mahkemesi’nde (kısaca hristiyanların şeriat mahkemesi) ‘dünya yuvarlaktır ve evrenin merkezi değildir’ dediği için yargılanmaktadır. Karar toplantısında son sözü sorulacak ve karar verilecektir.  Mahkemenin kapısından girmek üzere iken asistanı sorar: ‘üstat niye karar verdiniz?’. Galile durur, hiç arkasını bile dönmeden mırıldanır: ‘vazgeçtim, yanılmışım, dünya düzmüş diyeceğim’. Bunun üzerine asistanı kahrolur ve: ‘lanet olsun kahramanları olmayan toplumlara’ der. Galile kapının önünde bir süre durduktan sonra, arkasını bile dönmeden: ‘asıl kahramanlara ihtiyaç duyan toplumlara yazık olsun’ der ve içeri girer.
Galile’nin bu cevabı bana hep ‘yumurta ve tavuk’ sarmalını hatırlatır. Elbette ideal olan, bir toplumun kahramanlara ihtiyaç duymamasıdır ama insanların bu kadar farklı düzeylerde zeka ve yetenekte olduğu bir dünyada, bu nasıl gerçekleşebilir sorusuna cevap da kolay değil. Yalnız bu durum da toplumu sürekli ‘kahraman’ bekleyen tembel insanlar topluluğu haline dönüştürüyor. Hatta bazen ‘kahraman’ diye sarıldıklarımız, zamanla birer despota dönüşüp bizlerin yaşamına sahip olabiliyor. İşte bu çıkmazda, yıllarca bu çelişkinin cevabını aradım.

TDK (Türk Dil Kurumu) ‘kahraman’ı tanımlarken ‘Bir olayda önemli yeri bulunan kimse. Örnek: olayın kahramanı küçük bir çocuktu” diyor.
Ben de bu çelişkimin çözümünü TDK’nın tanımında buldum. Kahramanlığın bir ölçüsü verilmemiş bu tanımda. Diyor ki TDK, ‘bir olayda önemli ol yeter.’ Önemin bir ölçüsü, sınırı yok. O zaman her birimizin sorunlar karşısında bir çaba harcayarak elimizden ne geliyorsa yapmaya çalışması, kendi sınırlarımızda kahraman olmamıza yetiyor.
Ne var ki bizim hayatımız, kendi içimizdeki kahramanı görmeden ya da harekete geçirmeden, bir anlamda ‘süper kahraman’ beklemekle geçiyor. Kimimiz Ankara’da Anıtkabir’e gidip oradan bir kahraman çıkartmaya, kimimiz de türbe kapılarında soyut kahramanlarda çare arıyoruz.
Şimdi bu savımı güçlendirecek bir örnek sunacağım size: kızlarımdan birisi olan (siz belki bir tek kızım var zannediyorsunuz ama, biyolojik olmasa bile benim birçok kızım ve oğlum var) Pınar’ın benimle paylaştığı bir anıyı ve onun nasıl bir kahramana dönüştüğünün hikayesini anlatacağım.

Pınar, zor bir çocukluk döneminin ardından liseyi bitirdikten sonra benim iş yerimde, asistanım, kameramanın, kurgucum, kısaca joker gibi çalışıp, üniversite eğitimini de tamamladıktan sonra yuvadan uçtu. Biraz dünyayı dolaşıp, sonunda gitti Mardin’e kondu. Yurt dışı deneyimlerinden de yararlanarak oradaki arkadaş çevresi ile birlikte, çocuklar için ‘Her Yerde Sanat’ adlı bir dernek kurdu. Ulusal ve uluslararası kuruluşları kapı kapı dolaşarak projelerini anlattı, bütçe buldu ve son 10 yılda ulusal ve uluslararası çok büyük organizasyonlara imza attı. Orada sıkışıp kalmış yüzbinlerce çocuk için bir anlamda oksijen çadırı oldu.

 

Geçtiğimiz günlerde, kocası ile birlikte, bu yaz için yeni projelere hazırlanırken, evlerinde buluşup epeyi bir hasret giderdik. Bu buluşmada anlattığı bir olayı, hem hayatımızda küçük sürprizlerin yaşamımızdaki etkileri ve önemi açısından hem de sevgi ve özveri ile yapılan küçük çabaların ne kadar büyüyebileceğini ve bizi nasıl kahramanlaştıracağını görmeniz umuduyla sizlerle de paylaşmak istedim.
Bir yıl önce, biraz on yılın verdiği yorgunluktan, biraz da o an için derneğin projelerinde yaşadıkları zorluklardan kaynaklı bunalmış, depresif bir duygu halinde Mardin’den ayrılarak kocasının evinin olduğu San Francisco sokaklarında dolaşırken yaşadığı, nerede ise olağan üstü sayılabilecek bir olayı dilerseniz Pınar’dan dinleyelim:
O hafta biraz da tükenmişlik duygusu ile ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ kitabını arıyor, o veya onun gibi varoluş üzerine kitaplar okuma ihtiyacı hissediyordum ama bulamamıştım. Her şeyin anlamının yitik geldiği sabahlardan birinde tek başıma ve kendimi çok yalnız hissederek Union meydanında yürüyordum. Meydan iş yeri bölgesi olduğu için pazar sabahları sokaklar ve caddeler çok tenha olur. Işıklarda beklerken bisikleti ile az ilerde evsiz bir adam gördüm. Adamın üzerinde, bizim Mardin’de sadece 100 adet bastırdığımız ‘Ben Bir Sirk Kahramanıyım’ yazan polar var. Birden kendimi önüne attım ‘dur lütfen, bunu sana kim verdi?’ diye sordum, ‘bilmem biri verdi, hatırlamıyorum’ dedi. Onu kaldırıma çağırdım. Evsizlerle normalde hiç kimse konuşmadığı için benim ilgime oldukça şaşırmıştı. Bana doğru gelirken biraz da heyecandan protez bacağını düşürdü. Biraz konuştuk ve ben bir fotoğrafını çektim. Tam arkamı dönüp ayrılırken yanımdan geçen koskocaman turuncu bir kamyonun üzerinde ‘ONE HERO LINKS US ALL’ yani ‘Bir kahraman hepimizi birbirimize bağlar’ yazıyordu. Şaşkınlık içinde onun da fotoğrafını çekip her sabah gittiğim kafeye yöneldim.
Kafedeki küçük kitaplığı bir önceki sabah incelemiş ve pek ilgimi çeken bir kitap bulamamıştım. O sabah kitaplık rafının ön tarafına doğru çıkık bir şekilde ve gözümün içine batarcasına, Türkçe ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ kitabı duruyordu. Birisi oraya bırakmıştı ve isteyen alıp okuyup geri bırakılabilirdi. Kitabı aldım göz yaşlarıyla okumaya başladım.’
Nerede ise, Hristiyanların ‘işaret geldi’ dedikleri, bizim ‘cübbeli hoca’ takımının da ‘rüyamızda gördük’ dedikleri bir hikaye gibi değil mi? Onlar öyle demeye devam etsinler biz kendi işimize bakalım.

 

Bir önceki yazımda sizlere ‘Teneke Trampet’ kitap ve filminden bahsetmiştim. Pınar yıllar önce başladı o ‘teneke trampeti’ çalmaya. Yurt dışı gezileri sırasında katıldıkları etkinlikler ve aktivitelerden sonra ‘neden bizde yapamayalım?’ sorusu ile Türkiye’ye döndü.
O herkesin yaptığı gibi sıradan bir işe girip, sıradan bir evlilik yaparak, ortalama bir hayat sürmeyi seçmedi. O ‘dünyayı kurtarmak bana mı kaldı’ demedi. O ‘tek başıma ben ne yapabilirim ki’ demedi. Bazen çok bunalsa da, gerek sistemin, gerek ekonomik ve siyasal zorlukların altında ezilse de, çöl sıcağı ve kumlarının yanı başın da Türk, Kürt, Arap, Suriye’li demeden o küçücük çocuklara özgüven, farklı bir ufuk, cesaret verebilmek için on yıldır, oradaki arkadaşları ile birlikte çabalıyor. Tüm bu süreçte, devletten destek beklemeden, oradaki yoksunlukları, zaman zaman yaşamsal riskleri bahane etmeden, küçük adımlarla çıktıkları yolda bu gün koşar adım bir tempoda, yüzbinlerce  çocuğa dokunmuş durumdalar.

 

Zaman zaman ‘ne yapıyor benim deli kız, bir bakayım’ diye yanına gittiğimde, oradaki çocukların gözlerindeki mutluluk ve heyecanı görmek onlar kadar beni de mutlu ediyor.
Ne dersiniz? Pınar’ın kahramanlığı kadar olmasa bile her birimiz kendi çapımızda, karınca kaderince kahraman olmaya çalışsak, o süper kahramanı beklemek durumunda kalmadan, Galile’nin durumundaki çelişkiyi çözmüş olmaz mıyız?

Merak edenler için: www.sirkhane.org
www.youtube.com/watch?v=UDHyPQambOk

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler

author

Emma Hayes

There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.

instagram