Kaş mı yapalım göz mü çıkaralım?

 

created by dji camera

Yazıya kısa sorular sorarak ve bu sorulara cevaplar arayarak başlayayım.
Ermenek’e bir müze gerekli mi?
Kesinlikle evet.
Ermenek için bir müze, şu an için bölgenin öncelikli ihtiyaçları arasında mı?
Hayır.
Ermenek’e yapılmaya başlayan müzenin formatı, yeri ve adı doğru mu?
Hayır.
Ermenek’te antik kalıntıların çıkartılması için kazı projeleri başlatılmalı mı?
Kesinlikle evet.
Ermenek’te antik kalıntıların çıkartılması için kazı çalışmalarına şu an hemen başlanmalı mı?
Hayır.

Not: Bu yazıyı sonuna kadar okursanız, klasik bir ‘istemezük’ yazısı olmadığını görürsünüz.
Zira karşı çıktığım konuların, karşı çıkma gerekçelerini ve (doğru ya da yanlış) alternatif önerilerin olduğunu göreceksiniz.
Okuma özürlü arkadaşlar, sadece buraya kadar okuyarak, verilen cevaplar için hemen yorum yapmaya kalkışmasın lütfen.

Şimdi bu sorulara verilen ve ilk başta çelişkili gibi görülen cevapların gerekçelerini açmaya çalışayım.

Ermenek için bir müzenin gerekliliği, tartışılmaz bir gerçek.
Zira Anadolu’nun en eski yerleşim yerlerinden biri olan Ermenek; Roma, Bizans ve Karamanoğlu dönemlerinin önemli kalıntılarının olduğu, toprağından tarih fışkıran bir coğrafya.

  ‘’Anadolu’nun güneyinde, Taşeli Platosu’nun merkezi konumunda bulunan Ermenek, Anadolu’nun en eski yerleşimlerinden biridir. Ermenek’in tarihini Paleolitik ve Neolitik dönemlere kadar götürmek mümkündür. Eskiçağlardan itibaren sürekli bir yerleşim yeri olma hüviyetini koruyan Ermenek; Hitit, Frig, Lidya, Pers, Helen, Roma ve nihayet Bizans hâkimiyetleri dönemini yaşadıktan sonra, XIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren kesif bir Türkmen yerleşimine sahne olmuştur. Bölgeye yerleşen Türk boyları, ileride Anadolu Türklüğünün umudu haline gelecek olan Karamanoğulları Beyliği’ni teşkil ettirmiştir. Ermenek şehri bu devletin tarihinde ilk başkent olarak yerini almış ve bundan sonraki dönemlerde önemini artırarak devam ettirmiştir.’’
(Karamanoğlu Mehmet Bey Üniversitesi, Ermenek Araştırmaları I, Aralık 2018 PALET YAYINLARI)

Tarihte Dekapolis olarak adlandırılan siyasi ve coğrafi bölgedeki 10 kentten yedisinin Ermenek ve yakın çevresinde olması bile müze ihtiyacını sorgulamayı anlamsız kılar.

Ne var ki, hemen ardından soracağım ‘müze yapmanın zamanı şimdi mi ve planlanan şu anki biçimi doğru mu?’ sorusuna ‘kesinlikle evet’ demem mümkün değil.

Bu ‘hayır’ı iki gerekçe ile açıklayabilirim:
Bölgenin şu an için en başta gelen ihtiyaçları arasında istihdam sağlayacak yeni iş alanlarının yaratılması yatıyor.
Ne yazık ki son 50 yıldır Ermenek sürekli göç veren bir coğrafya. Bu göç gerçeği de yetenekli ve vizyon sahibi gençlerin yöreden uzaklaşmasına, bir anlamda Ermenek’in yaşlılar ve emekliler kenti olmasına neden oluyor. Bu durumu tersine çevirebilmek için başta tarım ve turizm alanlarında iş alanlarının yaratılarak hem bölgenin ekonomik gelişiminin sağlanması hem de genç beyinlerin Ermenek’te kalmasının sağlayarak enerji ve vizyon kaybının önlenmesi başta gelen önceliğimiz olması gerekir.

Bu konuda, Polat Grup’un yaptığı meyve kurutma yatırımı ve daha henüz işin çok başında olmalarına rağmen kısa sürede bölgeye yaptığı gözle görülür katkıyı, bu iddiamın bir örneği olarak değerlendirmek mümkündür.
Bu gerekçelerle bölgemiz için öncelikle, müze için yapılacak yatırım yerine, turizm ve tarım alanlarında yani istihdam yaratacak alanlarda yatırım yapmak çok daha yararlı olacaktır.

Kaldı ki bazı illerde ve ilçelerde açılan bu tür müzeler, ziyaretçisi ve bilet satışı olmayan, personelinin yetersiz olduğu, eğitimli personelin bölgeye gelerek çalışmak istemediği kamu kurumları olarak kalmıştır. Örnek vermek gerekirse Eskişehir Seyitgazi müzesi bu gerekçelerle içi boşaltılarak Eskişehir Müzesi’ne taşınmıştır.
Karaman Müzesi için ziyaretçisi olmadığı gerekçesi ile kapatılma tartışmaları yapıldığı bir ortamda Ermenek için bu tarz bir müzenin kalıcılığının nasıl sağlanacağı sorusu, üzerinde düşünmemiz gereken bir başka konudur.

 

  Arkeoloji Müzesi Değil Etnografya Müzesi:
Ermenek’teki tarihi alanların kazıları ve buradan çıkacak eserlerin sergilenme biçimi, başlangıçta çok iyi hazırlık çalışmaları yapılarak ve yıllara yayılacak bir kazı ve turizm projesi ile arkeoparklara, yani kazı alanlarını açık hava müzelerine dönüştürerek Ermenek ve ülke turizmine kazandırmamız çok daha sağlıklı olacaktır. Tarihi eserlerimizi Troya, Efes, Asos vb. gibi kazı alanlarında (elbette güvenlikleri ve koruma tedbirleri de alınarak) yani çıkarıldıkları yerde sergileyecek bir müzecilik anlayışı hem tarih açısından hem de turizm açısından çok daha uygun olacaktır. Buralarda bulunacak ve korunamayacak sikke benzeri küçük parçaları ise kısa vadede, müzeye dönüştürülecek olan Tol Medrese’de koruyup sergileyebilirdik.

 

Etnografya müzeleri, arkeoloji müzelerinden farklı olarak sadece kazılardan çıkan eski çağ buluntularının sergilendikleri mekanlar olmayıp, toplumun yakın-uzak tüm geçmişine ilişkin sosyal, kültürel tüm varlığının sergilendiği bir müzecilik türüdür.

 

Böylece Ermenek için bir arkeoloji müzesi yerine, Roma’dan Bizans’a, Karamanoğlu’ndan Yörük Kültürü’ne, dilinden yeme-içme kültürüne, kısaca geçmişten bugüne bütün sosyal ve kültürel yaşanmışlığını yansıtacak bir etnografya müzesi çok daha yararlı olacaktır.
Müzenin seçilen bina yeri konusuna gelince (gerçi projenin inşaatının başlamış olması artık bu soruya verilecek cevabı anlamsız kılıyor), ne yazık ki bu konudaki gerek benim yaptığım itirazlar, gerekse baştan ‘hayır’ demelerine rağmen sonradan sırf ‘karşı çıkar’ görünmemek adına ciddi bir araştırma yapmadan ve üzerine düşünmeden ‘evet’ diyen karar vericilerin, kısaca nerede ise tüm Ermenek’te yaşayanların en başta yaptığı itirazlar dikkate alınmadan, Ermenek gerçeğinden uzakta verilen bir kararla inşaata başlanmış olması ileride ‘Belediye Binası’ benzeri bir tartışmaya ve hoşnutsuzluğa neden olacak bana göre.
Bu konudaki itirazımı biraz daha açayım.

 

Bence bu konudaki ilk önceliğimiz Tol Medrese’yi şu anki virane durumundan kurtarmak olmalıdır. 700 yıldır ayakta kalan eseri, geçmiş yıllarda korumaya alacağız gerekçesi ile bilimsellikten uzakta üstünü kapatıp havalandırma sistemini yok ederek, su giderlerini tıkayarak ve etrafını duvarla çevirip toprakla doldurarak bir anlamda hızla çürümeye terk etmiş durumdayız. Bunun sonucunda elimizde tek orijinal eser olarak kalan Karamanoğlu mirasını nem içerisinde, duvarlarından kapariler fışkıran bir viraneye çevirmiş durumdayız.
Öncelikle akılcı ve bilimsel bir ön araştırma ile Tol Medrese’nin restorasyonunu yaparak hem bu eseri kurtarmış hem de yeni bir bina yerine en azından bir 10 yıl bizim kapalı müze ihtiyacımızı burada hayata geçirmiş olabilirdik.

 

SONY DSC

Tol Medrese’nin önündeki yıkılan okul alanı ile birlikte, hemen ana yolun altında bulunan ve artık nerede ise yıkılmak üzere olan 4 ucube apartmanı kamulaştırarak yıkıp bu alana dahil ederek, kazı alanlarından çıkarılan ve yerinde koruyamayacağımız parçalarını ise, burada geniş bir ‘açık hava müzesi’ yaratarak sergileyebilirdik. Söz konusu alanda bulunan belediye misafirhanesini de, bu alanın yetersiz kalması durumunda, belki ilerde yıkma yoluna gidebilir ve böylece de şu anki gereksiz dedikoduları da önlemiş olurduk. On yıllar sonra da Tol Medrese’nin kapalı müze alanı olarak yetersiz kalma durumunda ise de yeni bir müze binasının yapılmasını o zaman gündeme getirebilirdik. Böylece yaklaşık bir milyon lira harcayarak bir sene önce hizmete açtığımız belediye misafirhanesi o ana kadar değerlendirmiş olurduk. İlla şu an yıkılması gerekiyor idiyse de, elimizde kalan tek taş bina olan ve metruk bir vaziyette eskimeye ve yıkılmaya terkedilmiş olan Tekke’deki Kızılay binasını restore edip içindeki eşyaları oraya taşıyarak hem konaklama kapasitemizi kaybetmemiş hem de bu güzelim taş binayı kurtarmış olurduk. Şu an restorasyonu planlanan ve şehrin göbeğinde otoparkı olmayan, yıpranmış eski belediye binasının, yıkılan misafirhanenin yerini ne kadar dolduracağı ayrı bir soru işareti.

Ama ne yazık ki birçok konuda olduğu gibi bu konuda da bir tartışma ortamı yaratmadan ve yapılan bireysel itirazlara kulak tıkayarak uzakta alınan kararların sonucunu hep beraber yaşayarak göreceğiz.

Yapılması başlatılan müzenin adı konusuna gelince, ne yazık ki bu konuda da itirazlarımız dikkate alınmadı.
Dünyada ve ülkemizde özel kişilerin ya da kurumların kendi adları ile açtıkları ve yönettikleri müzeler vardır.
Örneğin ‘Rahmi-Mustafa Koç Müzesi’.
Ne var ki bu müzeler, kişiler ya da vakıf benzeri kurumlar tarafından özel izin ile açılır, sergilenecek olan eserler gene bu kişi ya da kurumlar tarafından sağlanır ve sergilenmesi sağlanır. Dolayısı ile tüm gider ve gelirleri bu kişi ya da kurumlara aittir.
Ermenek’te yapılması başlanan müze ise inşaatın bitiminden itibaren Kültür Bakanlığı’nın ilgili birimine devredilip bakanlık tarafından yönetilmesi planlanmış bir ‘Kent Müzesi’ durumundadır.
Bu konuda benim yaptığım ve dikkate alınmayan isim önerisi ‘Ermenek Dil ve Tarih Müzesi’ ya da ‘Karamanoğlu Dil ve Tarih Müzesi’ idi. Türkçenin başkenti ve binlerce yıllık farklı kültürler diyarı olan Ermenek için bu isim çok daha yakışık alırdı bana göre.
Elbette bütün inşaat yatırımının, sevgili Ahmet Bey Amca’nın bize bırakıp gittiği en değerli mirası olan ‘Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfı’ tarafından karşılanacak olması nedeni ile gerek onun anısına gerekse başta Sayın Sonay Gürgen olmak üzere şu anki vakıf yöneticilerine teşekkür ve şükranlarımızı sunmak gerekli idi. Ama bunu müze alanı içerisinde Ahmet Amca’nın ya da Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfı’nın adına bir oda ya da alan açarak anılarının burada yaşamasını sağlamak ve hatta aileye ait değerli eşyaları burada sergileyerek, gerek Ahmet Amca’nın gerekse vakfın anılarını burada tarihe mal edilebilirdik.

  Arkeolojik kazılar ‘bir başlayalım da sonrası hayırlısı’ anlayışı ile yapılmamalı.

Tarihi alanların kazılarak ortaya çıkartılması konusu, üzerinde defalarca düşünüp, gerekli tüm güvenlik ve koruma tedbirlerinin alındıktan sonra başlanması gereken bir çalışma olmalıdır.
Yakın zaman önce başlatılan ve bir sezon sonra bütçe yetersizliği nedeni ile sonlandırılan ‘Gökçeseki ve Meydan’ kazılarının sonuçları bu konuya ayrı bir özen göstermemizi zorunlu kılıyor.
Tarihi kazılar on yıllar sürecek çalışmalardır. Kazının başlanma anından itibaren ve sonrasında sergilenme sırasında kazı alanının giriş çıkış güvenlik tedbirleri alınmadan, önce başlatılıp sonradan yarıda bırakılıp terk edilen kazılar, ne yazık ki Ermenek gibi nerede ise tüm erkeklerinin ‘arkeolog (!)’ olduğu bir bölgede talan ve tahribatı da beraberinde getiriyor.

 

3-4 yıldır ören yerlerinin ve av alanlarının ‘en azından kameralarla’ korunması için hazırladığım bir proje taslağı ile kapı kapı dolaşmama rağmen başta bir önceki Karaman Valisi olmak üzere hiçbir kişi ve kurumdan gerekli duyarlılık ve hassasiyeti göremedim. Böylesine bir duyarsızlık ortamında bir kazıya başlayıp sonuçlandırmadan yarım bırakılacak çalışmalar hele bir de devamında korunmaları sağlanmaz ise tahribat ve talana yol açacağı kesinken, bu alanların olduğu hali ile geleceğe bırakılması bence çok daha sağlıklı olacaktır.
Kazılara ara verildiğinde, alanının koruma güvenliğinin kesinlikle sağlanma garantisi olmadan bir kazma vurmak, ne yazık ki fayda yerine geri dönüşü mümkün olmayan zararlara neden olacaktır.

Bu nedenle karar vericilerin yani sponsor, yönetici ve bürokratların uzun soluklu ve sağlıklı bir koruma planları varsa bunu bizimle paylaşmaları yoksa da böyle kısa süreli, geçici bir sevdadan vazgeçmeleri Ermenek için çok daha hayırlı olacaktır.

Tersi bir çaba ‘kaş yapalım derken göz çıkarmak’ olacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler

author

Emma Hayes

There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.

instagram