Sevgili dayım bana 30 Ağustos Bayramı’nın adının neden Zafer olduğunu sordu. Elbette ki bu kahramanlık bayramı, kurtuluş bayramı vs. başka bir bayram adı da olabilirdi. Ben de o anki düşüncemle çok sağlıklı bir cevap verebildiğimi söyleyemem. Onun için bir senedir bunun neden adının zafer olduğunu düşünmeye koyuldum. Şimdi bana diyeceksiniz “Yahu işte görmüyor musun Yunanı denize döktük, yurdu düşmandan temizlemeye başladık. Ondan dolayı adı zafer.” Evet sizleri anlıyorum ama bunun cevabı bu kadar basit değil ve olmamalı da. Bunun için bence taa 1071’e gitmeli daha sonra 1922’ye gelmeliyiz. Neden mi ? Şimdi açıklayayım.
Türkler tarihten beri göçebe bir toplumdur ve genişleyen nüfusuna binayen akın kültür gelişmiştir ve yeni yurtlar aramıştır. Orta Asya’dan beri konargöçer olan bu toplum geçtiği yerlerde devletler kurmuş ve devlet geleneğini yeni yerlere de taşımak istemiştir. Şüphesiz bunun en önemli örneği Attila zamanında Roma’ya kurulan akınlar ve Alpaslan ile birlikte olan artan Bizans’a yani Doğu Roma’ya yani Anadolu’ya yönelen akınlardır. Nitekim Selçuklu’dan önce Anadolu’da Türk Toplulukları vardı. Bu da tabi Attilla döneminin Avrupa’yı inleten Türklerinin geriye kalan parçalarıydı yalnız aralarında Peçenekler, Uzlar gibi Hıristiyanlaşmış Türkler de bulunmaktaydı. Bu Hıristiyan Türkler Kutsal Roma İmparatorluğu için paralı askerlik yapmakta ve bu yolla dinine hizmet ettiğini sanmaktaydı. Hıristiyan Türkler Anadolu’ya gelen Selçuklu akınlarıyla birlikte Müslüman Türklerle geçmişe göre daha sıkı tanıştılar ve yavaş yavaş kendi milli benliklerinin farkına varmaya başladılar. Bizans’ın paralı askeri olmaya devam ettilerse de işler yavaş yavaş değişmeye kendilerini bekleyen büyük meydan savaşı ile başlayacaktı.
Horasan’dan bu yana geniş alanlara yayılan Selçuklular yeni bir yurt arayışına girmişti. Irak Selçukluları, Suriye Selçuklularından sonra şüphesiz Anadolu’ya yayılacak topluluk biraz olsun Büyük Selçuklu Devleti’ni rahatlatacaktı. Bunun için Alpaslan Anadolu akınlarını sıklaştırdı ve böylelikle Anadolu coğrafyasını daha yakın tanımaya başladı. Zaten o dönem de Bizans İmparatorluğu da bir çıkmazın içindeydi. Saraya darbe yapmaya kalkan Romen Diyojen yakalanıp idama mahkum edilmiş ama bu arada da Bizans İmparatoru ölmüştü. Diyojen’in vatanseverliğine inanan imparatoriçe de onun ipten alarak anlaşmalı olarak evlenip onu Bizans’ın yeni kralı yapmıştı.
Sonuçta Türk akınlarına dur diyecek biri gerekiyordu.
Diyojen Konstantinopolis’ten doğuya doğru askerleriyle birlikte yola çıktı ve uğradığı her şehirden topladığı paralı ve gönüllü askerlerle birlikte ordusunu kat ve kat büyüttü. Bunun karşısında Selçuklu Sultanı Alpaslan günümüzde Ermenistan sınırında bulunan Ani şehrinde Anadolu’daki ilk Cuma namazını kılmış Erciş ve Ahlat Bölgesi’ni ele geçirmişti. Fakat bir sıkıntı vardı batıdan gelen ordu Selçuklu ordusundan 3-4 kat daha büyüktü. Buna rağmen Alpaslan çekinmemiş ;bir savaş dehası olarak
Van Gölü çevresindeki su kaynaklarını tutmuştu. Su kaynaklarına ulaşamayan ordu ne kadar büyük olursa olsun tedariği bir şekilde bitecek ve kendiliğinden dökülecekti.
Alpaslan Bizans ordusunu beklemeye koyuldu. Gerçekten devasa bir ordu ufukta görünmüştü. Uzunca bir bekleyişten sonra Malazgirt’te söken şafakla birlikte ordular hazır kıta haline gelmeye başlamıştı. Bizans ordusu sayıca üstün olsa da yol yorgunuydu ve yiyecek içecek ihtiyacı sınırlıydı. Bunun karşısında zafere inanmış bir Selçuklu ordusu Malazgirt Meydanı’nda onları bekliyordu. Sayıları azdı ve düşmanla arasındaki mesafe oldukça kısaydı. Alpaslan kılıcını salladı. “Ordular ilk hedefiniz Anadolu’dur” misali süvari birlikleri yarma hareketi ile şaha kalktı. Türklerin yarma hareketiyle birlikte içerilere giren atlı birlikler başladıkları mevzilerin bile birden gerisine çekilmeye başladılar ve işte Türklerin meşhur Kurt Kapanı taktiği burada başladı. Atlıların peşinden giden Bizans Ordusunu sarmaya başlayan Türk birlikleri Bizans’ı avucunun içine alarak yok etmeye başladı. Kaçan Bizans ordusunu da onların içerisinde bulunan Peçenek ve Uz Türkleri tepeleyerek Romen Diyojen’i esir etmeyi başardı. Türklerle tanışan Hıristiyan Türkler savaş esnasında Türklerin safına geçmişti.
Aslında biz bunun benzerini Kurtuluş Savaşı’nda da yaşadık. Ortodoks Hıristiyan Türkler bütün kışkırtmalara rağmen Kuvayı Milliye’ye hizmet etmekten vazgeçmedi. Bunun yanında zamanında savaşılan Bizans şimdi onun uzantısı Yunan olmuştu ve Megali İdea adı altında eski Bizans’ı yeniden canlandırmak istiyordu. Onun dışında yine Türklerin 3-4 katı büyüklükte bir ordusu arabası ve daha güçlü silahları vardı ve karşısında Tekalif-i Milliye emirleriyle bir ulusun varı yoğu olan kağnı, süngü ve çarık vardı. Yine bir 26 Ağustos Sabahı Bizans’ın çocuklarının karşısında Alpaslan’ın çocukları ondan el almış Mustafa Kemal ve silah arkadaşları vardı. Taktik yine aynıydı. Kurt Kapanı! Ya İstiklal Ya Ölüm!
Elde avuçta var olan ne varsa toplanmıştı. Akıllı bir hücumla ya Yunan kuvvetleri bitirilecek ya da Türkler Anadolu’dan geri gönderilecekti. Paşaların taarruz öncesi Akşehir’deki toplantısında Mustafa Kemal’in de hocası olan Yakup Şevki Paşa’nın elimizdeki sınırlı savaş meteryalini korumacı kullanmalıyız önerisine karşı Mustafa Kemal “Ya bununla işi bitireceğiz ya da kaybedeceğiz” demecine karşı Fevzi Çakmak “Paşam , komutanlar sizin arzunuz üzerine naçizane fikrini söylüyorlar aksi takdirde sizin düşünceleriniz emirdir.” diyerek ortamı yumuşatmış ve motivasyonu bu şekil sağlamıştır. Zaten zafere inanmayanların Mustafa Kemal istifasını istemiş bütün sorumluluğu kendi üzerine almıştı ve düşmana en güçlü olduğu bölge Afyon üzerinden saldırmayı düşüyordu. Afyon’dan çembere alınan düşman Eskişehir’den gelen süvari birlikleri ile yok edilecek ve 15 gün içerisinde İzmir’e gidecekti. Sanki Alpaslan ile istişare etmişçesine yine bir şafak vakti kendisi de bir yarma hareketi yapıp sabahın köründe Malazgirt misali kendisinden 3-4 kat büyük Yunan ordusuna en güçlü oldukları bölgeden saldırdı ve yine dört günün sonunda 30 Ağustos sabahı çember içine alınmış ordu Afyon’da yok edildi. Gerçekten Mustafa Kemal sarışın bir kurda benziyordu ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. O fakirlik içerisinde
bulunan halkının bir gram güvenini boşa atmamış ve Alpaslan’ın izinden gitmeyi başarmıştı. Böylelikle kanla bu topraklara yerleşmeyi hak eden Türk Milleti yine kanla bu toprakların kendi hakkı olduğunu ispatlamıştı. Bunun yanında Türklerin esir kültüründe ilginçtir ki Alpaslan da Diyojen’e oldukça saygılı ve kibar davranmıştır; Mustafa Kemal de Trikopis’e aynı şekilde oldukça kibar ve saygılı davranmıştır.
Adeta aradan geçen yaklaşık bin yılın muhasebesinden sonra 30 Ağustos Zafer Bayramı değil de nedir, bir söyler misiniz? Türk Milleti en zor zamanında bile bu topraklarda gelmeyi gibi kalmayı da hak etmiştir ve bunun adı da kesi zaferdir.
Anadolu’da var oluş mücadelemizde emeği olan bütün komutanlarımız, gazilerimiz ve şehitlerimiz anısına saygıyla…