DARI KEKİCİ EKMEĞİ YEDİĞİMİZ GÜNLER

Dünyanın yamyamları kana doymamışlar, taksimden memnun olmayanlar yeni fitnelerin fitilini ateşlemeye başlamışlardı.
Birincisinin üzerinden çeyrek yüz yıl bile geçmeden dünya yeni bir toplu cihan savaşına girişmişti.
1 Eylül 1939’da başlayan ikinci evrensel harbin içine düşmemek için Türkiye’yi daima kenarda tutan devlet adamları başarılı oldular ve güzel ülkemiz bu felaketin dışında kaldı.
Nükleer silahların kullanıldığı ve insanlık tarihinin en fazla kaybına yol açan bu savaşa 100 milyon askeri kuvvet katılmış; yaklaşık 25 milyon asker, 50 milyona yakın sivil insan ölmüştür.
Türkiye hükümeti Yunanistan'a giren Almanya'nın, Doğu Akdeniz'in Türk deniz sınırına kadar olan bölümünü savaş bölgesi ilan etmesi üzerine, savaşın kendi sınırlarımıza sıçramasından endişe ederek, Edirne ve Uzunköprü'deki demir yolu köprüleri 6 Nisan 1941'de havaya uçurmuştur.

Dünya Savaşı'nda ölen 9,5 milyon insanın %95'i asker, %5'i sivil iken II. Dünya Savaşı'nda ölen 75 milyon insanın ise %33'ü asker, %67'si sivildi.

Bu devler ve cüceler savaşından ülkemizi korumayı başaran devlet adamlarımız şimdi hepimizin dediği “Söz konusu vatansa diğeri teferruattır” dediler.
Dış dünyayla alakanın tamamen kesildiği bu beş yıllık dönemde bütün ihtiyaçlar ve devletin tabii giderleri istiklal savaşı sırasında haklı olarak uygulanan “Tekalif-i Milliye” gibi vergilerle sağlanmaya çalışıldı. Öşür ve zekât da bunlardandı ve kılı kırk yararak uygulamaya konuldu.
Türkiye kendini savaşın dışında tutabilmiş ama ülkede her şey sıfırlanmış, kalkınma eksilerde taban yapmış ve cumhuriyetin ilk yıllarında kaldırılan öşür ve benzeri dini vergiler tekrar yasalarla toplanmaya başlanmıştır.
Köydeki Mehmet amcanın on beş dönüm tarlası vardı, beş dönümü köyde, on dönümüyse yaylada, kırın başındaydı. Devletin aşar memuru 1944 yılında onun da harmanına geldi ve dört kile buğday öşür istedi, zira öşür onda bir demekti, 15 dönüm yerden normalde 40 kile buğday kalkardı, kırkın onda biri ise dörttü. Hesap gayet ortadayken Mehmet emminin karısı Fadime teyze memura: bizim topu topu dört kile buğdayımız kalktı, bunun hepsini verirsek ne yaparız? Diye dizini dövmeye başladı.
Fadime teyze haklıydı, o sene yayla ekinlerini yel vurmuş sağlam olanları da hayın çobanlar gütmüştü. Köyde avar edilmeyen öte salıdaki tarladan ise sadece dört kile buğday olmuştu, işte önlerinde samanını yabayla ayırdıkları buğday yığını buydu.
Memur, alın diye zaptiyeye işaret edince çeçin tamamını alıp götürdüler, Mehmet emmi de kesmiğin üzerine yığılıp başını iki eli arasına kıstırarak hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Başını kaldırdığında memur ve zaptiyeler köşeyi dönmek üzereydiler, arkalarından: “güzün tarlaya ne ekeceğiz? Tohumluğumuzu bari verin beyim!” diyebildi, duydular mı duymadılar mı bilinmez.
Yeni seneyi bırak, bu sene unu, bulguru, tarhanayı, aşlığı neyle yapacaklardı? Kara kara düşünmeye başladılar.
Mehmet emmi köyden yirmi kadar arkadaşıyla Aydın’ın yolunu tuttu güzün.
Fadime teyze peşinden ağlayarak “nere geden herif? Bizi goyub da nerelere varıp geden? Biz burda darı kekici mi yeeceez?” diye söylenerek evine döndü.
Beş parmağın beşi bir değildi, köyde durumu iyi olanlar ve daha kötü olanlar da vardı, artık olanlarla, komşuların yardımıyla ve yarı aç yarı tok Aydın dönüşünü bekleyecekti.
Bir gün iyice daraldı, üç bile çocuğa ne yedireceğini derin derin düşünmeye başladı. Giderken kocasına dediği darı kekici aklına geldi. Topladığı darı kekiçlerini parçaladı, evdeki dibekte de iyice ufaladı ve bir çuvala katarak değirmende öğüttürüp geldi. Onun gibi yaban köylerden de darı kekici öğüttürmeye gelenleri görünce kısmen rahatladı.
Darı kekicinin ununu yoğurdu, darı ekmeğinin bezeleri yarısı kadar anca açılıyordu. Tarhana büyüklüğünde ancak açılan bezeleri saçta pişirdi, onlar da hemen üçe dörde bölünerek dağılıyordu.
Tuzla, biberle karın doyuracak bir hale gelmişti darı kekici ununun ekmeği. Günlerce bununla idare ettiler.
Allah devletimize zeval ve bu millete bir daha böyle açlıkla terbiye eden sıkıntılar vermesin!
 
 
 
 
 
 
 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler

author

Emma Hayes

There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.

instagram