SABIR, TEVEKKÜL, KANAAT

Bizleri yoktan var eden Rabbimiz, görünen-görünmeyen akıllı varlıkları (insanları ve
cinleri) ancak kendisine kul olsunlar-ibadet etsinler diye yarattığını ifade buyurmaktadır. İnsan
ömrünü “beşikten mezara kadarki geçen süre” olarak tarif edebiliriz. İnsan, ömrü boyunca işlediği
iyi-kötü işleri ve başına gelen iyi-kötü olayları karşılaması, bu amelleri işlemesi, yaratılış gayesine
uyması, Yaratıcının tayin ettiği ömür pusulasına riayet etmesi mesabesinde yaratılış gayesine
uygun hayat sürmüş olacaktır. Konumuz olan sabır, tevekkül ve kanaat hasletleri kâmil bir
müminin sahip olması gereken en önemli özelliklerindendir.
Hz. Ali: “Sabrın imandaki yeri, başın bedendeki yeri gibidir. Başı olmayanın bedeni de
olmayacağı gibi sabrı olmayanın imanı da olmaz” buyurmuştur.
Hayatımız boyunca, hakkıyla kul olabilmek için yapacağımız ibadet ve taatların yanında
sabır, tevekkül ve kanaat da bu imtihan dünyasındaki en zor sınavlarımızdan biri olacaktır.
Sabır, zor şartlar altında cesaret ve metanetini kaybetmeden başına gelecekleri telaş
etmeden karşılamak, beklemek duygusudur.
Sabır, dinimizin övdüğü, teşvik ettiği ahlâki bir vasıf, ruhi bir kemal sıfatıdır.
Sabır, insanın günahlardan korunma ve bir savunma mekanizmasıdır.
Sabır, insanlar için bir erdemdir, fazilettir.
Sabır, çaresizliğin çaresidir.
Sabır, bütün zorlukların-müşkülatların anahtarıdır.
Sabır, insanın yapması yasak olan şeylerden uzak durmasıdır. Sıkıntılara, dertlere, acılara
ve belâlara sabreden sonunda huzur ve mutluluğa ulaşır. İnsanın iman etmesi, imanını
koruyabilmesi ve hüsnü hatimesi(ömrünü güzelce tamamlaması) sabırla mümkündür.
Üstat Necip Fazıl, sabrı:
“Sabır incecik sırat,
Murat içinde murat,
Sabır Hakk’a tevekkül;
Sabır Hakk’a itimat!”

… diye tarif eder.
Hakka itimat ancak O’nunla dost olabildinse mümkündür. Çünkü dostluğun zirvesi Allah
ile olan dostluktur. Rabbimiz en büyük imtihanlara öncelikle dostlarını tabi tutar. Peygamberler
Allah dostlarının ilk sırasında yer alırlar. Allah ile dost olanın sabrı, kanaati ve tevekkülü de
zirvededir:

“Ateş yakar, su boğar
Derler ya, ne masal şey
İbrahim’i neden yakmaz?
Musa niçin boğulmaz?
Rabbine dostsan eğer,
Boğmaz ab, yakmaz nar,
Yol olur Bahr-i ahmer,

Od, olur sana gülzar”
Sabrı, kanaati ve tevekkülü zirvede olan Allah dostlarına Kızıl Deniz açılır yol olur; azgın ateş
güllük-gülistanlık olur.
Yaratılış gayesine uygun olarak hayat süren insanlar mütevekkil, kanaat ehli ve sabredenler
zümresine dâhil olan kimselerdir. Hz. Mevlâna, derdine sabredemeyenleri “sendeki derdi nimet
sayanlar var” diye ikaz eder.
Onlar sabrediyorlardı, çünkü biliyorlardı ki: “Allah sabredenlerle beraberdir”.
Çünkü biliyorlardı: “Sabrın sonunun selâmet olduğunu”,
Çünkü biliyorlardı: “Sabreden dervişin, muradına ereceğini”,
Çünkü biliyorlardı: “Sabır ile koruğun pekmez olacağını”,
Çünkü biliyorlardı: “Baran-ı belânın(bela yağmurunun) sabırla rahmete dönüşeceğini”, bir
bela vukuunda sabredip “Gam çekme, Allah dest-girdir”(tasalanma Allah elinden tutar) diyorlardı.
Çünkü biliyorlardı:“İstemediğine sabır etmeyince istediğine kavuşamayacağını”,
biliyorlardı ki, bunun için sabrederken “Bu da geçer ya Hu” diyorlardı.
Tevekkül, bir konuda yapılması gereken bütün tedbirleri aldıktan sora sonucunu Allah’a
havale etmektir. Tevekkül, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş bir Müslüman’ın kadere olan
inancının gereğidir. Bir konuda üzerimize düşen bütün görev ve sorumlulukları yerine getirdikten
sonra  “Hasbünallahü ve ni’mel vekil” “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” diyebilmek, tevekkülü
doğru anlamak ve uygulamak gereğini ifade eder.
Kanaat ise, Allah’ın verdiğine razı olma, başkasının olana göz dikmeme, dünya malına hırs
ve tamah göstermeme erdemidir. Peygamber efendimiz (S.A.V), kanaatkârlığın, bir iffet, tok
gözlülük ve gönül zenginliği olarak değerlendirildiğini ifade buyurmuş; şükrün en ileri derecesi
olduğunu bildirmiştir. Mevlâna Celâleddin-i Rumi de “zenginlik istersen kanaat yeter” diyerek
Peygamber efendimiz (S.A.V)’in hadis-i şerifini ve kanaati açıklamış olmaktadır.
Göz açıp kapayıncaya kadarki kısacık dünya hayatımızdan bir gün daha, bir gün daha eksiliyor,
her şey dünde kalıyor. Adı üstünde dün ya!
Mevlâna ve Yunus Emre ile birbirlerine yakın devirlerde yaşayan Şeyh Küşteri hazretleri de
tıpkı onlar gibi dünyamızın geçici bir oyun ve oyalanma yeri gibi olduğunu, irfanı olanların fani âlemi
baki sanmayıp; olanların ibret nazarıyla görülmesi gerektiğini ifade eder:
Uykudan bîdar olup fehmeyle aklın var ise
Çeşm-i insâna bu dünyâ oldu gaflet perdesi
Nakşeden nakkaşı bil, aldanma nakş-ı zâhire
Kıl nazar işte kurulmuştur hakikat perdesi

(Akıllı insan uyanık olur, gözüne gaflet perdesi olan dünyaya bakmaz; görünenlere, yaratılanlara,
olaylara değil onları yapan, hakiki yaratıcıyı bilmeye-bulmaya çalışır)
Kanaati, tevekkülü ve sabrı olmayan kişilerin mal ve para hırsıyla insanlıktan çıkmaları onlara
bir kazanç sağlamaz çünkü sahip olduğumuzu zannettiğimiz hiçbir şey bize ait değildir. İçindeki aldığın
nefesi bile geri vermek mecburiyetindeysen senin olan neyin var? Yunus Emre ne güzel özetlemiş:

Mal sahibi, mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi?
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan…

…ves-Selam!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Son Eklenenler

author

Emma Hayes

There I was in a hot yoga studio with plenty of bright natural light and bending myself into pretzel like positions for the very first time.

instagram